30 Mayıs 2013 Perşembe

Canlarında mermilerin uğultusu: Sinan Cemgil, Hüseyin Cevahir


29 Mayıs 2013, 11:48
Canlarında mermilerin uğultusu: Sinan Cemgil, Hüseyin Cevahir
Sinan’la mahalleden arkadaşız. Bizim evimiz Göztepe Taş Mektep Sokak, onlarınki iki arka sokaktaydı. Yeşillikler içinde, eski İstanbul’dan kalma, büyüleyici özelliklerle bezeli ne güzel bir evdi. Babası Adnan Cemgil öz amcamız, annesi Nazife Hanım öz teyzemizden öte. Türkiye İşçi Partisi’nin iki önderi, devrimci duygumuzun heyecan kuyuları. Evlerine girdiğimde hayallerimle buluşuyorum. Marks, Engels, Lenin, Sabahattin Ali, Nâzım, sanki hepsi orda yaşamışlar gibi. Kitap ve kültür tüten bir yuva. Adnan Amca, Nazife Teyze sürekli çalışıyor. Bir çocukları daha var. Dumrul. İncir ağaçları, top koşturduğumuz arsalar. Sinan kıvılcım yumağı. Ayakları yere basmayan tek söz etmez bir kimliği var. Babası ve annesi, 50’li yıllarda Menderes’in Kore’ye asker göndermesine karşı koyduğundan zulme uğramış o dönemin yiğit devrimcileri. Yani Sinan daha 7 yaşında zindan kapısıyla tanışmış. Camilerden boşalan örgütlü yobazların 1965’te Bursa Saray Sineması’nda TİP’in kongresini bastıkları ve Adnan Cemgil’in linçten ağır yaralı kurtulabildiği gün, ölümden dönen kapıdaki görevli TİP’li gençlerden biri de bendim. Sinan’ın biriken öfkesinde nice böyle acı var. Kendisi de ‘nezaret’le aynı yıl, 965’te tanıştı. Ataolların Ankara’da çıkardığı “Dönüşüm”ün sokak satışında gözaltına alındı. İlerleyen aylarda, içindeki kıvılcım yangın olup harladı. 31 Mayıs 1971’deki katliama kadar. Ajanslar katliamı, “Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga adlı teröristler Nurhak Dağları’nda ölü olarak ele geçirildi!” diye duyurdu. Sinan’ın cebinden, son dizeleri “Bir adam öldü, adam adam değil ki, kurtuluş marşı” olan bir şiir çıkmıştı. Üçünün de gövdeleri kurşunlarla delik deşikti. Haberi, Halkın Dostları Dergisi’ni basıma hazırlarken duydum. Sabaha dek ateş ağladım. O gece yazdığım şiiri sabah o sayıya ekledim:

 
YAŞAMAK ADINA (Sinan Cemgil için / Mayıs 971)

Doldurdu gırtlağını kalbinden esen rüzgâr / Dağıldı sessizce yaralarına / Kalbin ki susarak neler söyledi / En güzel şiirler bile uzaktı ona // Şimdi uykusunda kıpırdayan çocuklar / Rüzgârınla uçuşan kar gibidir / Ve dalgın gözlerin şefkatle aralanıp / Kelebekler döküyor onların titreyen kanatlarına / Uzanıp gidiyorsun belli belirsiz / Bir tutam kan sıcak nefesiyle dostların / Kakül gibi kıvrılıyor alnında / Süngülenmiş bahar kadar dokunaklısın / Süngülenmiş bahar kadar incelen hayal / Tanımsız duygularla katıldı sana / Gülümsedin papatyadan örülmüş bayırlar gibi / Kuşlar kondu koynuna gülümserken / Hasretin derinleştiği anda / Kapıştılar kabaran bağrındaki dehşeti // İşte derelerin kıyısında sevişen serçelerin / Arılar topluyor sevinçlerini / Oynarken gölgesinden ürküyor sincap / Sabahın boşluğuna serpildi kırlangıçlar // İşte yayla serin boylu boyunca / Kan sıcak / Ses yankı veriyor mağara önünde // Yıldız dökmek isteyene zorlu dağlar var.

Ruhunda şiirin kanatlarıyla dolaşan diğer arkadaşım Hüseyin Cevahir. Dersimli. Alnı aydınlığın doruğu. Daha yirmili yaşlara yeni değmişiz. 60’lı yılların sonları. Benim ilk şiirlerim, onun ilk sanat eleştiri yazıları yayınlanıyor. Coşkumuz omuzlarımızda güvercin sürüsü. Cöntürk’ün Yordam Dergisi’ne o şiir konulu eleştiri yazısını yollamış, ben şiirimi. İkimiz de TİP’e gidip geliyoruz. O Üsküdar ben Kadıköy İlçesi’ne.  O günler ne çabuk geçti ve 29 Mayıs 971’de Maltepe’de yüzlerce polis ve askerce kuşatılan evde Mahir’le üç gün ölümüne direnişlerini uzaktan çaresiz bekleyişimize dayandı. 1 Haziran günü, keskin nişancı bir subayın namlusundan çıkan mermi, perdenin arkasındaki Cevahir’in canında uğuldadı. Ajanslar kanlı haberi, “Teröristlerden Hüseyin Cevahir ölü, Mahir Çayan yaralı ele geçirildi” diye duyurdu. Gazeteler, “Tek kurşunla” diye yazsa da, Hüseyin delik deşikti. Gövdesinden 23 kurşun çıkardılar. Kuşatma günlerinde, sığındıkları evdeki Sibel adlı küçük kıza fıkralar anlatmış, şiir okumuş. Maltepe Askeri Cezaevi’ne getirildiğinde ‘Cevahir’in son günü’nü sorduğumuzda Mahir öyle söyledi.                                      


Canlarındaki mermilerin uğultusu yeryüzünde hep esecek, çünkü canları rüzgâr.

________________________________________

Dörtlük


Ölenlerimiz ödünç bıraktılar seslerini

Suskunluk hayata ihanetin en kirlisidir

O ödünç ki sevdamızın en tutuşkan çırası

Çünkü korlaştıkça ancak çelikleşiyor demir

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder