29 Ocak 2014 Çarşamba

Arsızlığın Bir Türü: ‘Liberal Yanılmazlık’


Arsızlığın Bir Türü: ‘Liberal Yanılmazlık’

Nihat Behram

nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
29 Ocak 2014, 10:43
Bazı arkadaşlar, dinci faşizm rotalı ‘Siyasi İslam’ın soldan devşirdiği liberallerle ilgili olarak ‘bir gün akılları başlarına gelecek, yanıldıklarını anlayacaklar’ umudunu yitirmiyor! Ruhu ve gövdesi onur ve omurgayla değil, AK badanayla ‘dik’ duran kişi, ‘yanıldığını anlama’ gibi bir duygu taşır mı? Yağmacı kapitalist sistemin soldan devşirdiği liberal asla ‘yanılmaz’! Bir kısmı eblehliği nedeniyle böyledir, bir kısmı ‘müzik kutusu’ niteliğiyle, bir kısmı ‘kariyerizmine köleliği’yle. Bukelemunun ortama göre renk değiştirmesi ‘yanılgı’nın değil, ‘uyum’un ifadesidir! ‘Sistem solcusu’nunki de böyle: siyasi ortama ‘uyum’ dönekliğin ‘doğal’ özelliğidir! Asıl yanılgı; liberalden ‘yanılmışım’ demesini beklemektir!

Bir dönem,  ABD ve Batı için Türkiye’ye en uygun olan ‘Ilımlı İslam’dı. Bu saptamaya hemen uyum sağlayan liberalleri de ‘demokrasi sigortası muhalif aydınlar’ diye nitelediler. Geçenlerde Fatih Yaşlı da yazdı, şimdilerde Batı medyası bunları ‘kullanışlı ahmaklar’ diye tanımlamaya başladı. Batılı da yanılmazdır! Bir önce söylediğinin tam tersini de söylese, söze asla ‘yanılmışız’ diye başlamaz. Ona göre; ‘o zaman öyle söylemek gerekiyordu, şimdi böyle’!.. RTE’yi ‘dünya liderliği’ne çıkaranlar da onlar, ‘demokrasi dönerciliği’ne indiren de! ‘Neden çıkarmışız’ demez, ‘çıkarmak gerekliydi çıkardık; artık indirmek gerekli, indiriyoruz’ der. Soldan devşirme liberallerin, hangisi olduğu fark etmez, herhangi birinin son on yıldaki söz ve tahlillerine topluca bakın, onca virajı onca zikzakla nasıl aldıklarına şaşıp kalırsınız! Elindeki denge sopasıyla ipte yürüyen cambaz görse, ağzı açık kalır, mesleğinden vazgeçer!

“Dışı yeşil de olsa, karpuz gibi içi kırmızı” (yani: İslami yapı sadece kabuktaki renktir; özü demokrasiye dönük halk hareketidir) kehaneti (ki M. Belge’ye aittir) AKP’ye desteklerinin açıklamasıydı! ‘Ilımlı İslam’ ve ‘İleri Demokrasi’ maskesi altında ‘Dinci Faşizm’i yapılandıranlar ‘ganimeti paylaşım savaşı’nda karpuz gibi ikiye bölündü. Karpuz bölününce içinin hamlığı (yani ‘AK’lığı) görünür oldu. Ama bunun yandaş liberaller açısından bir anlamı yok. Karpuzla birlikte onlar da bölündü. Bir kısmı kabuğun yeşili, bir kısmı içinin ‘AK’lığında saf tuttu. Ve düdüklerini, yine (ve yeni) yönlerinin rüzgârıyla aynı hız ve ‘yanılmazlık’la üflemeye başladılar. Sözgelimi; Hocaefendi safında ötenlere göre Paris’teki katliamı MİT yaptı, RTE safında ötenlere göre Hocaefendi! Peki Hrant’ı kim katletti? Katillerin arkasında saf tutan kim?

Tamam, insan bunu da anlar; yani ‘yemlendiği kapıya bağlılık’ ve ‘efendinin bahçesinde nöbet tutmak’ o tür siyasetin gereği! Ama bunlarda minimum insan seviyesi taşımak diye bir kaygı da yok. Onur, ahlak hak getire! Mecliste, ülkenin değerli bir hukukçusuna iktidar vekillerinin linç girişiminde iktidar fedaisi küfürbaz vekilin tekmeyle saldırıp yaralamasına U. Uras’ın ‘yorumu’na bak: “5 gün iş göremez raporu alacaksın ama ertesi gün yine iş görmeye başlayacaksın, bravo valla... ‘kabul edilemez bir saldırı’ ifadesini anlamak için çok zeka gerekmiyor, ama memlekette doğarken hemşirenin elinden düşen epeyi insan var”… Böyle zırvalayan Uras’ın özgeçmişinde ‘bir dönem, sol bir harekettin lideri’ yazmasa, onun ‘solculuğuna’ kim inanır? Seviye konusunda Z. Aslan ve Ş. Tayyar’dan ne farkı kalmış? Bazı arkadaşlar, her gelişme sonrası, ‘artık bu durumda yanıldıklarını anlarlar’ beklentisinden bıkmadılar. ‘Godot’u beklemek’ soldan devşirme liberalin ‘yanılmışım’ demesini beklemekten daha gerçekçidir! Halk ayaklanıp devrim yapsa; hiç kuşkunuz olmasın, bunlar, ‘bak bizim AKP desteğimiz sayesinde devrim oldu’ diyecektir! Hele ki, ‘biz komünistler ve sosyalistler’ diye ekranlarda öten ‘sol maskeli’ liberaller!

Bunlardan biri, geçenlerde RTE’den kasıtla, “Ama tabii ki inkâr edilemez, çok büyük ve cesur adımlara imza attı. Fakat, Kürt sorununu çözüm arayışı hariç, özellikle 12 Eylül 2010 Referandumu’ndan sonra izlenen güzergâh demokrasi kriterleri açısından artık asla onaylanamaz raddeye vardı” diye yazdı. Bir diğeri, “Mesele ne Cemaat ne de yolsuzluklar veya hükümet; mesele bu gerginliğin sonunda iyi kötü yıllardır inşa ettiğimiz kadarıyla bile demokrasi ve hukuk devleti rejiminin elimizden kayıp gitmesi ihtimali” diyor. Bunlar da liberal eblehlerin ‘Prof’ları! Yorumlardaki, ‘derin, yanılmaz’ tahlil gücüne bak! Kim oldukları önemli değil, on yıldır tümünün yaptığı iş aynı: halka, ‘kasabın bıçağını yalamanın, celladına aşık olmanın fazileti’ni anlatıyorlar. ‘Yanılmazlık’ saplantıları histeri üstü, onur seviyeleri sıfır altı!

********
CHE: “Bir insanın yaşayıp yaşamadığını atan nabzından değil, onurlu duruşundan anlarsınız”

İnsan mı, Hangi İnsan?


İnsan mı, Hangi İnsan?

Nihat Behram

nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
26 Ocak 2014, 12:09
Canlılar aleminde aptallığa en elverişli (hatta en aptal) olan hangisi, diye sorsanız; ‘akla sahip iki ayaklısı’ diye yanıtlarım. Yani; akıl sahibi olmak, aptal olmayı engellemiyor! İşte insan; hem akıl sahibi hem de hiçbir canlı onunla aptallık yarışına çıkamaz! Demek ki; akıl sadece bilimin, aydınlanmanın, evrimin değil; aptallığın, ihanetin, teslimiyetin, yobazlığın da kaynağı.
 Canlılar aleminde en sevmediğim (hatta nefret ettiğim) yaratıklar da ‘akla sahip iki ayaklı’ türe dahil. Başka deyişle; belli insanlardan nefret ettiğim kadar hiçbir canlıdan nefret etmiyorum. Hem kendi türünün, yani insanlığın; hem doğa ve hayat düşmanı sadece ‘akla sahip iki ayaklı’lar içinde. İhanette, nankörlükte, saldırganlıkta, doymazlıkta, acımasızlıkta hangi türün unsurları ‘akla sahip iki ayaklı’ türün unsurlarıyla yarışabilir? Kurbanını besleyip süsleyen tek canlı odur. Günah ile sevap sadece onda maya tutmuştur. Hayatı; bilinenlerle değil, bilinmeyenlerle açıklayacak (açıkladığını sanacak) kadar eblehtir. Üstelik, bu akıl dışılıkta güven kaynağı da ‘aklı’dır! Sözgelimi: yağmaya, soyguna, hırsızlığa, sahtekârlığa ilişkin ortada apaçık duran belgelere değil de, bu işleri yapanın “Rabbim verdi” üfürüğüne, canlılar aleminde sadece o inanır! Şimdi bu tür canlılar ebleh, salak, aptal değil de, nedir? Hem kapkara örtünür, hem gözleri fıldır fıldır aynadadır! Hem namazında, hem hırsız; hem bilgiç, hem budala!
 İnanca karşı olduğum sanılmasın. Tam tersi: şahsen suyu, toprağı, havayı varlık ve yaşama nedenim bilir, tapınırım. Herkesin inancı kendinde kalsa, bütün inançlara saygı duyayım. Yani, inancı ne olursa olsun; yeter ki, bana ve topluma bulaştırmasın! Bana bulaştırırsa da, dövüşür özgürlüğü savunurum; topluma bulaştırırsa da! İnanan kişi, inancını ona buna, hele ki topluma bulaştırmadan kendi kalbinde dolaştırsın, saygı duyayım. Hatta istediğini söylesin, konuşma özgürlüğünü savunurum. ‘Haşemayla denize girmeyen kadının cehennemlik olduğuna’ inanıyorsa, dillendirsin. Fakat: Bana ve topluma yellendirmeye, yönlendirmeye kalkışmadan. Kendini cennetin erketesi sanabilir ama bana ve topluma ‘öbür dünya emlakçılığı’ taslarsa, o zaman benim de onu sorgulama hakkım var. Sözgelimi, “Seks skandalları, cinsel taciz, sahtekârlık ve ahlâksızlıktan yargılanıp mahkûm olmuş bir Katolik’in, koyu Sünni bir çifte nikah şahidi olması ve türbanlı gelinin elini öpmesi caiz midir” diye sorarım! Mahalle imamına sordum; “Zinhar” dedi; şahidi Berlusconi olan Bilal’e sorsak, acaba ne diyecek? Kalbi delik, yaralı, inleyerek ya da açlıktan ölmeye mahkûm doğan bebeğin; eğer ‘Tanrı Yazgısı’ysa, günahı ne ki, öyle doğar? Benzeri milyonla sorum var! Sorularımın evelenmeden, gevelenmeden yanıtlanmasını isterim.
 İnsan inancını kalbinde taşımalı. Ana karnındaki bebeğe, kimin ne yiyip içtiğine, ayakkabı kutusuna, kızlı erkekli öğrenci evine, ihale rüşvetine, savaş dehşetine, çocuk gelin şehvetine, siyaset ve ticaretine bulaştırdın mı, sonuç ortada: İslam aleminde birbirini kesen kesene. Coğrafyamız, tarihin en büyük, en kanlı çöküşünü ‘akla sahip iki ayaklı’ canlının ‘inancını ona buna dayatması’ nedeniyle yaşamıyor mu?
 ‘Akla sahip iki ayaklı’ canlının, her zaman yoğunlaştığı bir aptallık var. Kafasını vurup aptallığın birinde uyanınca, sanırsın ki aklı başına gelecek! Tam tersi, diğer aptallık başlıyor. Başka hiçbir canlıda bu yok. Gerçi sobayı koklayacak denli aptalını görmedim ama diyelim ki bir köpek gitti sobayı koklayıp burnunu yaktı; öldüresiye dövsen, o köpek o sobayı bir daha koklamaz! ‘Akla sahip iki ayaklı’ olana bak: ‘Öldükten sonra cennetin çayırlarına kavuşacağım’ diye yaşarken, ömür boyu burnu dön dur, aynı sobada yanar da yanar! Sobacı mı? O hep iktidarda! Katar ya da ABD; Suudi ya da ‘kafir’ ne fark eder?
 En ürkek kuş olan İspinoz, İskete, Saka  bile yuvasına yaklaşan yılana karşı cayırtıyı koparıp ölümüne diklenir. Kaçmaz, susmaz, teslim olmaz, ruhunu kirletmez! Karınca insana kafa tutar. Al eline, direnir. Ölene kadar. Doğada, canlılar aleminin hiçbir türünde teslimiyet yoktur. ‘Akla sahip iki ayaklısı’ hariç!
Şahsen doğaya tapınırcasına baygınım ama ‘insan’ dediler mi, ‘hangi insan’ diye sormadan edemem!

MARX: "Celladını kurtarıcısı olarak gören bir toplum, kasabın bıçağını yalayan aptal bir danaya benzer"

23 Ocak 2014 Perşembe

Solda cepheleşmek devrimcilerin acil ve tarihi görevidir


Solda cepheleşmek devrimcilerin acil ve tarihi görevidir

Nihat Behram

nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
22 Ocak 2014, 11:28
Ülkemizde devrimci saflar hiç de sanıldığı gibi güçsüz değildir. Tüm devrimci hareketlerin destek verdiği 1 Mayıs gibi gösterilerde, ülke çapında dışa vuran dinamizm bunun göstergesidir. Haksızlığa karşı yüzbinlerce insanın sokağa çıktığı Haziran İsyanı’nın gücü dünyada yankılanmadı mı? Halk düşmanlığının apaçık ortada olduğu, zorbalık ve hukuk tanımazlığın azgınlaştığı bugün, solda cepheleşmek, ÖDP’den Halkevleri’ne, TKP’den Halk Cephesi’ne, EHP’den EMEP’e tüm devrimci güçlerin; demokratik kitle örgütleri, ilerici sendikalar, yurtsever meslek kuruluşları, aydın-sanatçı- öğrenci girişim ve örgütlerinin acil ve tarihi görevidir. Devrimci hareketlerin ülkedeki gelişmeler ve çözümü konusunda ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarda antifaşist, antiemperyalist bir cephede omuzdaş olmanın ortak dili her zamankinden daha net. Ondan ki, TKP’nin 14 Ocak’ta yayınladığı deklarasyon tek parti sesi olarak değil, tüm devrimcilere cepheleşme görevinin çağrısı olarak değerlendirilmelidir. 

TKP’nin AKP Rejimi’nin Krizi ve Halkın Örgütlenmesi başlıklı deklarasyonu (özetle) şöyle:

“1) AKP rejimi, bütün kurum ve bütün bileşenleri ile iflas etmiştir.

2) AKP rejiminin kendi iç çatlakları ve bu çatlakların 17 Aralık tarihinden itibaren derin bir yarılmaya dönüşmesi, AKP zihniyeti ile Türkiye gerçekliği arasındaki açının sonucudur. AKP Rejimi‘ni yolun sonuna getiren, ‚2013 Haziranı’nda yaşanan büyük halk direnişidir.

3) Türkiye’nin AKP Rejimi‘ne sığmayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. AKP rejiminin halk düşmanı, dinci, sermaye yanlısı ve işbirlikçi karakteri, Türkiye toplumunun dinamik kesimleri tarafından reddedilmiştir.

4) Halkımızın AKP rejimini reddi ve hükümetin Baas İktidarı‘nın yabancı müdahalesi ile düşürülmesine dayanan Suriye politikasının başarısızlığı, emperyalist güçleri ve Türkiye burjuvazisini, başından beri destekledikleri Erdoğan’a alternatif aramaya itmiştir.

5) Bugün Cemaat ile Erdoğan arasında yaşanan kavga, bu arayışın sonucudur ve çok daha kapsamlı bir siyasi krizin yalnızca bir parçasıdır.

6) Başta ABD olmak üzere, emperyalist ülkeler ve sermaye sınıfı, Erdoğan’a alternatif ararken, AKP rejiminin kendileri açısından kazanç olan temel özelliklerinin devamını garanti altına alacak formüller peşinde koşmaktadır.

7) Türkiye’nin siyasi geleceği, bir yandan uluslararası ve yerli tekellerin bu arayışı ve AKP rejiminin temel aktörlerinin kendi aralarındaki mücadele tarafından, bir yandan da AKP rejimine karşı olan toplumsal ve siyasi kesimlerin alacağı konum ve yürütecekleri mücadele tarafından belirlenecektir.

8) Bu karmaşık ve kaotik sürecin sonuçları hakkında bugünden konuşmak, tahminde bulunmak yerine, Türkiye’nin emekçi sınıfları adına ağırlık koyacak, halkın örgütlü gücünü daha da büyüterek siyaset alanına taşıyacak hamleler yapılmalıdır.

9) AKP rejiminin herhangi bir unsurunu diğerine tercih etmek ya da AKP rejiminin temel özelliklerini koruyan siyasi seçeneklere bel bağlamak, sol adına yapılacak en büyük hata olacaktır. Sol, Haziran Direnişi’ne ihanet anlamına gelecek konumlanışlardan uzak durmalıdır.

10) AKP yönetimi ve Gülen Cemaati arasındaki kavga, AKP rejiminin çöktüğünü kanıtlamaktan ve hızlandırmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. İktidarın her iki kanadı, yıllar boyu suç ortaklığı yaptıktan sonra, tıkanan rejimin sorumluluğunu diğer tarafa yıkmak ve önümüzdeki dönemde rol üstlenmek amacındadır. Halk güçleri, çöküşü hızlandırıcı ve rejimin tüm unsurlarını deşifre etmeye, zayıflatmaya yönelik bir çaba içinde olmalıdır.

11) AKP rejiminin siyasi sorumluluğu Erdoğan ve partisine aittir. Haksız yargılamaların, halk düşmanı ekonomi politikalarının, ülke zenginliklerinin yağmalanmasının, dış politikanın ve toplumsal yaşantının dinselleştirilmesinin hesabını verecek olan öncelikli olarak iktidar partisidir.

12) Cemaat, yasadışı bir örgütlenme olarak, AKP iktidarına hem lojistik destek vermiş, hem ona derinlik katmış hem de tetikçilik yapmıştır. Ortada inkar edilmesi imkansız bir suç ortaklığı vardır.

13) Cemaat‘in AKP’yi oyuna getirdiği ya da AKP iktidarına karşı suç işlediği iddiası büyük yalandır. Hep birlikte halka karşı suç işlemişlerdir.

14) Cemaat‘in AKP tarafından tasfiyesinin ya da Erdoğan’sız bir AKP’nin Türkiye’nin önünü açacağı düşüncesinin toplumda yaygınlaşmasının önüne geçilmelidir. Türkiye’nin geleceği gericiler arasındaki bir rekabetin sonuçlarına terk edilemez.

15) Erdoğan’ın ya da Cemaat‘in diğerine tercih edilebileceği tezine dayanan her tür strateji reddedilmeli, bu stratejilerin kimler tarafından empoze edildiği halka anlatılmalıdır.

16) AKP rejiminin emperyalizm işbirlikçiliği, dinci gericilik ve piyasa faşizmi bir bütündür, tek tek ele alınamaz, bunlara karşı tek tek mücadele edilemez.

17) Halk, örgütlü olduğu takdirde, kötünün iyisine mahkum olmaktan kurtulacak, kendi seçeneğini yaratacaktır. Bunun için tüm ülkede örgütlenme seferberliği başlatılmalı, hangi siyasi eğilimden olursa olsun, aydınlanmacı, yurtsever ve kamucu yurttaşlarımızın bir araya geldiği, kurulduğu yerelliklerde büyük heyecan yaratan Sol Cephe deneyi yaygınlaştırılmalıdır”… (Tamamına soL Portal’dan ulaşılabilinir)

Yurtsever, ilerici, devrimci güçlerin omuz omuza verip cepheleşmesi, halkın haksızlığa karşı toplu diklendiği Haziran İsyanı’nın sesine bileğitaşı olacaktır.

****
Martin Luther King: “İsyan, sesi duyulmayanların dilidir”