27 Kasım 2013 Çarşamba

Yöneticiden utanç duymak


Yöneticiden utanç duymak

Nihat Behram

nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
27 Kasım 2013, 11:57
Yöneticiden gurur duygusunu, yani gurur verici kişiler tarafından yönetiliyor olmanın mutluluğu ve onurunu, hamdolsun demokratik kitle örgütleri ve siyasi oluşumlarda değerli aydınlar ve önderlerimiz sayesinde; evimizde babamız, anamızla; kimi zaman yaşadığımız mahalle ya da kent belediyelerinde yurdunun ve halkının dostu yöneticiler sayesinde tattık. Fakat, ülkeyi yönetenlerden gurur duymak acaba nasıl bir şey, tatmak şahsen bana nasip olmadı; bu konu, yani bunun duygusu hakkında bilginin kırıntısına bile sahip değilim. Ama bu yaşıma dek, ülkemin yöneticilerinden utancın envai çeşidini yaşamış biri olarak, yine şahsen kendimi ‘ülkeyi yönetenlerden utanç duyma konusunda uzman’ sayabilirim.

Utancın bin değil, yüz binden fazla türü hakkında yaşanmış hikâyem var! Birini anlatıp geçeyim: 80’li yıllardı. İspanya’da ‘Uluslararası Antifaşist Yazar ve Aydınlar Kurultayı’na davetliydik. Ben ve Ataol zaten yurtdışında sürgünde olduğumuz için, geçip gittik. Aziz Nesin Türkiye’den gelecekti. Çıkışına izin verilmediği için gelemedi. Ataol kurultayda ‘Aziz Abi’nin gelemeyiş nedenini öyle güzel açıkladı ki, salonu dolduran birçok ülkeden aydınların alkışı tenimde ürpertiye dönüştü. Kurultay süresince, her ülkenin konsolosluğu kendi yurttaşı aydın ve sanatçılar için tanıtım davetleri düzenliyordu. Bir bizdik ‘öksüz’ olan. Ama nereye gitsek; çakır gözlü, sinsi bakışlı bir tip orada. Sürekli bizi süzüyor. Dayanamayıp çöktüm tepesine! “Bak” dedim, kurultay binasının giriş cephesindeki bayrakları gösterip, “O Türk bayrağı, sen buradasın diye değil, biz buradayız diye orada; senin gibi birinin insan kılığında yeryüzünde dolaşması insanlık adına utançtır, sen Türkiye’nin utancısın, senden utanıyorum!” dedim. Kem küm etti, cehennem oldu gitti. Belki gitmedi de, daha ‘uzman’ birine ‘görev’ devretti!

Nasuh Mahruki, 10 Kasım’da Mustafa Kemal Atatürk’e yazdığı mektubuna “Sana bu mektubu içim burkularak ve utanarak yazıyorum” diye başlamış. O duygu; insan kılıklı yaratıklardan tiksinmesinin, insanın can parçası yurdunun yaralarını sarınmasının, ürpermesinin en insani, en üst düzeyidir. Utanmasın da ne yapsın? Çünkü insan kılıklı bir yaratık değil, insan!

Gün yok ki, insan olmanın bilinciyle yaşayanların yüreğini sızlatacak, yönetici sıfatlı kişilerden tiksindirecek, utandıracak bir durum olmasın. Hangi birini sayacaksın? Ülkeyi temsil edenlerin daha doğmamış torunlarını bile siyaset malzemesi yapmalarını mı; türbanı, çarşafı ‘özgürlük’ diye sunmalarını mı; attıkları altı boş tafrayı mı, kırdıkları nahoş potları mı? Şimdi bir de ‘Yedirtmem!’ söylemidir aldı başını gidiyor! İnsanlar insanlık düşmanı bir işkenceciyi kanıtlarıyla belgeliyor, ülkeyi yönetenler ise “Polisimi yedirtmem!” diyor; demekle kalsa iyi, işkenceci terfi ediyor! Bir belediye başkanının hırsızlığı, sahtekârlığı belgeleriyle kanıtlanıyor; ha keza, o da ‘Yedirtmem’ kalkanına sahip! Şuna bak: adam büyük bir kentin Valisi! Halka ‘gavat’ diye küfrediyor, özürü kabahatinden kepaze.  RTE’nin tepkisi ise artık alışılmış, klasik tepki: “Valimi yedirtmem”…

Ülkeyi yönetenlerin bu ‘seviyesini’ okşayan ve hâlâ ona arka çıkanlar utansın, demiyorum. Çünkü, utanmak insanî bir duygudur. İnsan kılığında dolaşmak, insan olmaya ve de insanî duygular taşımaya yetmiyor!

İnsanın ülkesini yönetenlerden utanç duyması, ülkenin bağrında toplumsal bir yaradır. Üstelik o yara, o ülke için ölümcüldür! İçinde yurt sevgisi, toplumsal sorumluluk ve insan yüreği taşıyanların omuz omuza verip, bir ağızdan seslerini yükseltmesi; o yaranın iylieşmesi için tek çaredir.

--------------------------------------------------------------
George Orwell: “Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir görevdir.”

24 Kasım 2013 Pazar

Felâket senaryosu, komplo teorisi, suni gündem


Felâket senaryosu, komplo teorisi, suni gündem

Nihat Behram

nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
24 Kasım 2013, 11:41
AKP ne zaman gizli bir planını daha uygulama hazırlığına girse ya da RTE ne zaman bu uygulamanın ‘işaret fişeğini’ atsa ve buna devrimci kesimden tepki yükselse, bir kesimin ağzında hep aynı terane: “Felâket senaryoları yazmaya, komplo teorileri yapmaya gerek yok, Başbakan gündem değiştiriyor!”

“Felâket senaryoları yazmayın, komplo teorileri yapmayın; RTE gündem değiştiriyor” dedirte dedirte, kökten dinciler insani değerleri kökten kazıdı. soL’da “Suni Gündem” başlıklı anlamlı yazısını Kemal Okuyan şöyle tamamlamış: “Suni gündem en son ‘Vakit tamam!’ dedi ve evlere girmeye karar verdi. İnanması güç ama bu gelişmeye de ‘Gündem değiştiriyorlar, suni gündem bu’ yorumu yapanlar oldu!”

Aynen öyle, Diktatör hangi alanda ‘işaret fişeğini’ attı da, uygulaması olmadı? “İçki yasağı” konusu mu “suni gündem” olarak kaldı, “ucube heykel ” konusu mu, “4+4+4” konusu mu, “Diyanet bütçesi, Cümbüş Evi, bale opera, yayın yasağı, medyanın muhalif yazarlardan temizlenmesi, 2B Orman yasası, F Tipi zindan yasası, kürtaj yasağı, orduda temizlik, emniyete madalya, polise ‘ihtimale dayalı gözaltına alma’ yetkisi, üniversitelere güvenlik gücü, şeriatçılara silah desteği, laisizm ve cumhuriyetin kazınması” konusu mu? Hukuk kurumlarını, bilim kurullarını, yayın dünyasını, demokratik kitle kuruluşlarını, sanat kültür hayatını, maşallah, ‘dümdüz’ ettiler. İşçiler zaten köle; gerçek sendika kaldı mı kalmadı mı belli değil. Şimdi gençlik hedefte. Daha “kızlı erkekli öğrenci evleri”ni “meşru bulmadığını” açıklayıp, “gerekli tedbirlerin alınacağını” söylediğinde, “RTE gündem değiştiriyor, bunlar suni gündem” teorileri başlamıştı! K. Okuyan soruyor: “ Suni olmadığını kanıtlamak için daha ne yapsın adam?”

İşte, bir iki patinaj sonunda, “kızlı erkekli evler” de, kökten dincilerin kökten kazıma alanlarından biri oldu. O “bir iki patinaj” da, araziye uymak için alınacak doğal önlemler! Söz gelimi: İçişleri Bakanı Güler, “Hakim kararı olmadan kimse bir eve giremez” demiş. Bakanın sözleri basına “Frene bastılar, Geri adım attılar” başlıklarıyla yansıdı! “İyi polis”e duyulan şu “güven duygusu”na bak! Oysa Güler’in önlemi, “araziye uyma” taktiğinden başka ne ki? Yani “ev baskınları”nı “hakim kararı”yla garantiye almış! Vali iken, İstanbul halkını “karlı buzlu havada zincir takmaya” çağırdığı gibi. Ev baskınlarında iktidar tekerine zincir takmış! “Hakim kararı olmadan kimse bir eve giremez”miş! Hakim mi yok? Onca insan hakim kararıyla zindana tıkılmadı mı? Zindanlarda yer kalmadı!

RTE’nin ‘işaret fişekleri’ de, maç sonrası ‘spor’ programlarındaki gibi saniye saniye, tekrar tekrar, filmi geri ileri oynatarak yorumlanıyor. Hangi sözcükte duraksadı, hangisinde yutkundu, bir ara susması ne anlama gelir? Ekranda konuşmaların, gazetede yazılanların sonu gelmiyor.“Neden böyle dedi, olur mu olmaz mı, olma olasılığı ne kadar, gündem değiştiriyor” diye tartışılırken,“atı alan Üsküdar'ı geçiyor”!

AKP, emperyalizmin coğrafyamıza biçtiği “ılımlı İslam” formülüyle kurulup, kurulduğundan birkaç ay sonra yine emperyalizmin “sivil darbe” formu-lasyonuyla iktidar oldu. Gelişmeleri devrimciler, “Laisizm ve Cumhuriyet düşmanı Siyasi İslâm’ın dayanacağı yer dinci faşizmdir; bu yol Padişahlık ve hilafet isteğine, şeriat özlemine çıkar” diye yorumladığında, başta dinci yapılanmanın kürekçisi devşirme liberaller, devrimcilerin uyarılarını “komplo teorileri, felâket senaryosu” diye yorumlamıştı. Yıllarca “uzman” diye sunuldukları ekranlarda öttüler de öttüler. Gelinen yer ortada.

***

Dörtlük

Gevezelik dili yoğursa da aklı yoğurmaz

Tarafsızlık şahsı kayırsa da halkı kayırmaz

Kibirlilik görgüsüzün tafralanma maskesi

Boş güzellik gözü doyursa da ruhu doyurmaz

20 Kasım 2013 Çarşamba

Olmayan kanıtı yaratan, olanı karartan ‘AK Adalet’!


Olmayan kanıtı yaratan, olanı karartan ‘AK Adalet’!

Nihat Behram

nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
20 Kasım 2013, 11:49
Sanki tuhaf bir ‘din-kurgu’ filmi izliyoruz! Tuhaflığı; ‘bilimkurgu’daki gibi teknoloji ve düş gücüne dayalı ‘geleceğe yolculuk’ değil, dine ve üfürüğe dayalı ‘tarihe yolculuk’ olmasında. ‘Uzay aracı’ndan bu kez ‘uzaylılar’ değil, şıhlar, şeyhler, mollalar, arkalarında örtülü haremleri, müritleri, palalı milisleri çıkıyor ve ‘tarihe yolculuk’ başlıyor. ‘Başimam’, “Dünyada ecdada sadakat kalmamış, insanoğlu sapıtmış!” dediğinde, anlıyorsunuz ki ölenler dirilmiş! Derken, ‘Başimam’ cemaatı göreve çağırıyor ve ‘diriliş’ öyküsü başlıyor. Film sona doğru; günümüze, yani bu günkü tanıdık manzaraya dayanıyor. ..

Filmi bırakıp, gerçeğe dönersek; ABD teknolojisi ile ‘uçan daire’ gibi imal edilmiş olan AKP’nin ülkeye inmesiyle yönetimi ele geçirmesi bir oldu! Daha o günden, ülkenin devrimci aydınları ‘işin’ nereye varacağına işaret edip uyardılar. Zaten bir süre sonra da, gidişatın buraya dayanacağını görmemek için ya kara cahil, ya satılık ruhlu, ya da ‘iyi niyet körü’ olmak gerekirdi. Tamam, bir kısım liberal ‘iyi niyet körü’. Çünkü ‘ün’ ihtiyaçları da yok, geçim dertleri de.  Ama körler; ‘iyi niyet körü’! Peki şimdi neden susuyorlar; dilsiz de değiller ya! ‘Yanılmazlık ihtirası’nın da bir sınırı olmalı! Çık, “Körmüşüm, iyi niyetimin kurbanı oldum, ihanete kürek çektim” de. 12 Eylül dahil, her dönemin gedikli sistem savunucuları N. Ilıcak, M. Barlas bile gelişmeler karşısında ‘utançları’nı dile getirdiler. Tümü olmasa da, bir kısım liberalin ise dinci faşist  yapılanmaya ‘satılık’ olarak eklendikleri kesin. ‘Satış dökümleri’ yıllar öncesinden yayınlandı. Listede; Soros ve AB destekli  vakıflardan ‘kılıfına uydurup’ 1 milyon 750 bin Euro alanı da var, 80 bin Euro alanı da… Bu listeler yayınlandığında hiçbiri çıkıp yalanlayamadı, “Almadım” diyemedi. Bir kısım sistem yalakası ise, iki sözü yan yana getiremez denli yeteneksiz olmasına rağmen, AKP’ye vitrin mankenliğiyle medyada ünlendiler, yemlendiler, yemlendikçe yalakalıkta sınır tanımadılar!

Şu hale bak: ‘Gazeteciler Özgürlük Platformu’ üyeleri, Özgür Radyo’nun eski genel yayın koordinatörü Füsun Erdoğan, Atılım Gazetesi Yayın Koordinatörü Sedat Şenoğlu, aynı gazetenin yazarları Bayram Namaz, Arif Çelebi, İbrahim Çiçek, Ziya Ulusoy, A. Hıdır Polat’ın da aralarında olduğu 29 kişilik MLKP davasından 7 müebbet ve ayrıca her birine 3 bin yıl hapis çıktı! (Yanlış duymadınız: 7 müebbet ve her birine ayrıca 3 biner yıl hapis). Sorsan, ‘din-kurgu’ filmindeki bu ‘AK Adalet’ sahnesi için, iktidardaki zevat ‘basın değil, terör davası’ diyecek! Mahkeme kararı esas olarak kanıta değil ‘kanaate’ dayalı! Yeni moda bu! Sanıklar için ‘tahliye’ isteyen savcı değiştirildi! Suçlamaların dayandırıldığı kanıt da ‘tanıdık’ bir kanıt: uydurma bilgisayar çıktısı! Tek ‘suçları’ sosyalist olmaları. Manzara çok net: Sosyalist, aydın, yurtsever kimlikli muhalifler dinci faşizmin hedefinde; sistem yalakalarına ise yemlenme olanağı sınırsız! Ömürlerine dinci faşizmin kara zinciri vurulan şu insanlar, insanlık nezdinde suçsuz. Ama bunun AKP adalet anlayışı açısından hiçbir kıymeti harbiyesi yok! Kendilerine boyun eğmeyen herkes suçludur! ‘Suç’ dediğin zaten acayip bir kavram. Bilimadamı için en masum gerçeklik, dinci yobaz için ‘kafirlik’ anlamı taşıyor; öğrenci gençlerin ‘kız-erkek aynı evde kalması’ gibi bir masumane birliktelik, şeriatçıya göre ‘recm’ nedeni, ama aynı şeriatçıya göre, 60 yaşında birinin 13 yaşında kız çocuğuna imam nikahı kıyabilme vahşeti ‘meşru’; deresini koruyan köylü ‘suç’ işliyor, zehirleyen hukuk destekli; direnen gençler terörist, gençleri linç eden polis ‘destan yazıyor’; patronun emekçiyi iliğine dek sömürmesi ‘yasal’, emekçi direnişi ise ‘yasadışı... Say da say!

Dahası var: kafasına yatmayan şey için, Diktatör “Dinimizce meşru değildir, suçtur” dediğinde, gerçek hukukçular, “Böyle bir suç kavramı yok” diye karşı çıkınca; Diktatör ve ekibinin yanıtı hazır: “Toplanır Bakanlar Kurulu’nda değerlendirir, gereğini yapar, gereken yasayı çıkarırız. Dinimizce meşru olmayan bir durum varsa eksiği gideririz!” Nasıl olsa ‘yasa torbası’ ellerinde! ‘Suç’ için olmayan kanıtı yaratır, olanı karartırlar; yeter ki birini zincire vurmayı kafaya koysunlar. İşte; Merdan Yanardağ!

Tüm bunlara ‘kurgu film sahnesi’ diyen, otursun ekran başında seyrini sürdürsün! “Hayır, yaşanan gerçeklik bu; hayatımız tehdit altında” diyenin başka çaresi yok: direnişe eklenecek!

***

Pascal: “Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir!”