29 Aralık 2013 Pazar

Yalaka ölçer


Yalaka ölçer

Nihat Behram

nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
29 Aralık 2013, 12:15
‘Şakanın da bir sınırı var’ dendiğinde, bu sözdeki ‘sınır’ sözcüğünün yüklendiği bir anlam, hissettirdiği bir ‘ölçü’ olabilir. Fakat konu ‘yalan, hırsızlık, arsızlık, hainlik, iftira, adaletsizlik’ gibi durumlardan biriyse, ‘sınır’ sözüne ‘anlam’ ve ‘ölçü’ yüklemek mümkün değil. Ahlaksızlığın, hainliğin, hırsızlığın, adaletsizliğin azı çoğu mu olurmuş? Buna rağmen, mecburen, “yalan, ahlaksızlık, yağma, hainlik, yasa tanımazlıkta sınır aşıldı” deniyor. Yaşananlar karşısında dil bile şaşırdı!


İktidar sözcüsü çıkıp, son operasyonlarla ilgili olarak, yasal hiçbir dayanağı olmayan ‘cemaati’ kastederek ve devletin ‘yargı, emniyet’ gibi kurumlarından kasıtla, “Ne istedilerse verdik” diyor! Diledikleri şeyleri verebildiklerine göre, demek ki iktidar devletin kurumlarını ‘kendi malı’ sayıyor! Bu suçtur. Fakat suçun sadece bir yanı. Diğer yanında ise, yasal dayanağı olmayan bir grup ya da örgüte ‘devletin kurumlarını sunmak’ var! Yani, suç katmerli. Üstelik iktidar yetkilisi hem o grubu “devlet içinde çete” diye niteliyor hem “ne istedilerse verdik” diye itiraf ediyor. Düşünün ki bu memlekette “yasa dışı örgüt üyesi olabilir” kanaatiyle (yani kanıtsız) binlerce insan zindanlarda. Zaten o nedenle, ciklet üretir gibi ‘sahte kanıt’ üretildi! Adaletsizliğin, tıpkı eroin gibi, gramını pazarlamak suçtur. Fakat “devlet güvencesi” altında sınırsız pazarlanıyor. Adaletsizliğe, yalan ve yağmaya erketelik de sınırsız! Şu hale bak: yandaş yalakalar,ayan beyan ortadaki rezalete legalite kılıfı arıyorlar. “O yalan, bu yalan, fili yuttu bir yılan, bu da mı yalan” tekerlemesi var ya, aynen öyle. Yalakalıktaki pişkinliklerine tanım bulmada dil aciz kalır! Hadi, diyelim ki, iktidardan bakanlık, vekillik, akillik türü nemalanmış olanların yalana sarınmasında kendince bir mantık var! “Evet çaldık, çırptık; aksırıncaya, tıksırıncaya kadar tıkındık” diyecek halleri yok! Ya diğerleri? Sisteme ‘aydın, demokrat’ maskesiyle kürekçilik yapanlar?


Onlar da kendi içlerinde çeşit çeşit. ‘1. sınıf ağır abiler’ var. Profesör, akademisyen, uzman, muzman, sanatçı manatçı’ sıfatlı. 2. sınıf ‘medya laklakçıları, şakşakçıları’ var. 3. sınıf ‘süslü vitrin mankenleri’ var. 4. sınıf ‘örtülü süslümanlar’ var....Var da var! Bir kısmı alel acele ‘cemaat’e yaslanıp, hızla ‘anti RTE’ci oldular. Bunlar da kendi içlerinde ‘AKP iyi- RTE kötü; ikisi de kötü’ diyenler olarak birkaç parça. Bir kısmı katıksız iktidar yalakası. Bir kısmı ‘müzik kutusu’! Ama “para sayma makinesi, ayakkabı kutusu” çıktı çıkalı ezberleri bozuldu. Neyi sayıp, neye söveceklerini şaşırdılar, dilleri dolaştı. Ekranda kekelemeye başladılar. Hele ki ABD’de “Ortadoğu siyaseti” üstüne eğitim görüp gelenler ‘yuvasından düşmüş karga yavrusu’ gibi ‘gak guk’ şaşkını! Adnan Hoca’nın “imanlı kedicikleri” daha rahat!


AKP’nin ilk 8 (hele ki, ilk beş) yılının kürekçisi ‘oturaklı ağır abiler’in son günlerde yazdıklarına bakın, ‘hık pık, guk guk, tak tuk’! Ampül ışığından uzak kaldığı ve kurulmadığı için fosforu zayıflamış, zembereği boşalmış saat gibiler. Kıçına kıl oldukları sisteme kaçı gösterdikleri belli değil! Tümünün ortalaması ise Nobel güdümlü Pamuk! O da kafasını ‘Şam’a çarpalı beri, kendine gelemedi!


Sanayi atığında ‘geri dönüşüm’ mümkün, hatta çok yararlı. Söz gelimi, bir ton plastik atığın geri dönüşümüyle % 95 oranında enerji tasarrufu sağlanıyor. Alüminyum atıklar geri kazanıldığında kirletici hava gazı emisyonu %99 azalıyor. Dünya kâğıt üretiminin yarısı geri kazanılsa her yıl 8 milyon hektar orman alanı korunabiliyor. Acaba siyaset atığında ‘geri dönüşüm’ mümkün mü,sonuç ne olur? Bir kısmı için mümkünü yok, çünkü karakterleri yalakalık; omurgaları hainliğe ayarlı. Geri dönüşümün sonuçları radyoaktif gibi daha vahim. Belki ‘yanılgı’ nedeniyle sisteme ‘iyi niyet’ le kürekçilik yapanlar için ‘geri dönüşüm’ mümkün olabilir. Söz gelimi, ‘saygı ile özgürlüğü’ birbirine karıştırıp, türbanı “özgürlük simgesi” diye savunan biri, “bizi de ötekileştirmeyin, bizim de okuma, yargıç, öğretmen olma hakkımız var” diye çarşaflılar kapıya dayanınca ayıkmış, ya da “vesayetten kurtarıp ileri demokrasi getirecek” diye küreğini çektiği kayığın “dinci yobazlığa, diktaya, yağmaya” yol aldığını görüp ayılanlar için ‘geri dönüşüm’ belki mümkün. Ama ‘bilinçli ve gedikli yalaka atığı’nda ‘geri dönüşüm’: maazallah! Felâketin boyutu akla sığmaz! Akla sığmayan, alete hiç sığmaz! Yalakalığın derecesini ölçen bir alet olsa da “bizimkiler”i ölçmeye kalksan, gücü yetmez! Sigortası atar!

-----------------------------------------------

Atasözü : “Yalaka inek, kasabın bıçağını bile yalar!”

26 Aralık 2013 Perşembe

Şimdilik ‘cin’ çarptı, sırada ‘halay çarpması’ var!


Şimdilik ‘cin’ çarptı, sırada ‘halay çarpması’ var!

Nihat Behram

nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
25 Aralık 2013, 12:12
‘Camide bira kutusu’ diyorlardı; bira kutusu AK Bakan çocuğunun evindeki kasaların yanında çıktı! “Geziciler örtülü hamile bayana saldırdı” diyorlardı; meğer AK Bakan örtüsü altında ‘dolar’a, altına saldırı varmış! “Allah arkamızda, bize parayı anamızın ak sütü gibi Allah yolluyor” diyorlardı; meğer arkalarında ‘iktidar gücü’ varmış; para analarının ak sütü gibi Allah’tan değil, kara iken AK’lanıp bankadan geliyormuş! Grup Yorum’un stüdyosu basıldığında “6 çelik kapılı derneklerinde depolanmış terör krokileri ele geçirildi” diyorlardı; meğer o sırada kendi çocukları 6 çelik kasalı evlerinde dolar depoluyormuş! Gezi Direnişi’ne ‘darbecilerin ayaklanma hazırlığı’ diyorlardı; meğer o sıra bunlar ‘ayakkabı kutusu’ hazırlıyorlarmış! Hangi birini sayayım! En son “Kızlı - erkekli evler inancımıza, kültürümüze aykırıdır” diyorlardı ki, bunları ‘cin’ çarptı; sırada ‘halay’ çarpması var!

Halay; kadın erkek birbirine tutuşarak oynanan halk oyunudur. Halay, ‘birlik, beraberlik, yardımlaşma gibi toplu hareket’ anlamındadır. Kadınlı - erkekli; elden, omuzdan, parmaklardan ve belden tutularak oynanır. Halayın başındaki oyuncuya ‘halaybaşı’ denir; mendil sallamasının özel önemi vardır. Halayda ağır başlayan birinci bölüme ‘ağırlama’ denir. Ağırlama kısmı oturaklı ve gösterişli olur. Genellikle, ‘hoplatma, yelleme, yeldirme, sıktırma, yürütme’  adlarını alır. Halay yavaştan başlar, gittikçe hızlanır ve son bölümde en hızlı noktaya ulaşır. ‘Ağırlama’ ile başlayan halay, ‘yanlama’ ya geçer, ‘oynatma’ ile hızlanır, ‘hoplatma’ ile son bulur. ‘Alay’ olarak da adlandırılan halayın kökleri milat öncesi dönemlere, hatta tarih öncesi çağlara uzanır. Yaşamın enerjisini, döngüsünü, dayanışmayı, hareketi, durup devam etmeyi ve ritmi içerir. Al (Hal) sözcüğünün ateşle yani yaşamsal enerjiyle bağlı olması bu oyuna verilen önemi gösterir. İlkel biçiminin adı ‘Allı’ ya da ‘Yallı’dır. Kobustan adlı bölgede kayalara çizilen eski çağlara ait resimlerde bu oyunun resmedildiği görülmektedir. Halay binlerce yıllık bir halk geleneğidir. Bekle: Halay, ‘harem-selam’cı yobazlığı çarpacak ki, ne çarpma!..

İnsanın, ‘yakın dostum, onur konuğum, nikah şahidim’ dediği biriyle (sözgelimi; Berlusconi) kader benzerliğinin bu kadarı mı olur!.. “İnşallah Cuma’yı Şam’da kılacağız!” diyorlardı ki, hayat ‘Şam’ı ‘dam’ diye tashih etti. Hayatın cilvesi bu kadar mı olur! Gözyaşının bile sahtesi mahtesi kalmadı. Sözgelimi; Arınç, dokunsan, belki de ilk kez, gerçekten ağlayabilir! Hele ki, AK Babalar! Halleri hal değil. Ne “masumiyet”leri kaldı, ne “mağduriyet”leri! Halleri hal olmayanlar sadece onlar mı? Yıllardır, “AKP derin devletle, vesayetle savaşıyor” ezberiyle öten ‘soldan devşirme yandaş yalakalar’ın halleri de hal değil! Turşu bile zamanında yenmezse küflenir. Şimdi, neyi nasıl sunsun da yedirsinler? ‘Süreci bozmak isteyenlerin oyunu, dış güçler, Ergenekon, derin devlet’ nakaratlarını çiğnemekten ağızları ekşidi. Zaten ‘Fethullahçı - Tayyipçi’ diye ‘karpuz gibi’ bölündüler! AKP’yi ‘dışı yeşil de olsa, karpuz gibi içi kırmızı’ diye sunuyorlardı. Meğer ki, karpuzun içindeki ‘kırmızılık’ hırsızlıkmış! AKP iktidar olduğunda “Halk yönetime el koydu” diyorlardı. Meğer ki ‘Halk Bankası’ymış! ‘Yetmez ama Evet’ haracı; rüşveti, yağmayı, kara parayı AK’layıp evde depolamaya erketeliğin şifresiymiş! ‘İleri Demokrasi ekseni’ diye sunulan; meğer ki, ileri derece yalana, karanlığa endeksliymiş! Yani, gelinen noktada halleri hal değil; ‘eveleme geveleme devekuşu kovalama’ türü dolanmaktan başka ne yapsın zavallılar! Kendi kusmuğunda boğulmak budur. Beter olsunlar!

‘Çözüm Süreci’ni dinci faşist sisteme endeksleyen ‘akil’lerin hali de hal değil! Hayat getirdi; halk mı ‘Halk Bankası’ mı, ayaklanma’ mı ‘ayakkabı kutusu mu’ sorusunu önlerine koydu! Haydi, çık içinden!

Tam da sistemin yağma, yalan, tehdit, haddini bilmezlik, halk düşmanlığı ve adaletsizlikte ‘zirve’ yaptığı; sistem yalakalığı ve onursuzluğun köpürdüğü bir noktada, şimdilik bunları ‘cin’ çarptı. Sırada ‘halay çarpması’ var. ‘Halay çarpması’ işaretini ‘Gezi’ de vermişti. ‘Halay çarpması’na uğrayan bir daha doğrulamaz. Ardından zülüf, perçem çarpması gelir. Işığı çalınmak, karartılmak istenen ne kadar değer varsa, birbiri ardı sıra gelir de, gelir: Karaca, Dadal, Yunus, Hayyam, Bedreddin, Pir Sultan... Çünkü, yağmacı zalimler ‘servet’ diye altın biriktirirken, halk bu ‘silahları’ biriktirmiştir.

------------
Shakespeare: “İktidarın yalakalıktan hoşlanmaya başladığı her zaman, onur ayaklar altında ezilmiştir”

22 Aralık 2013 Pazar

Hayatın aynasında: ‘Ya Tayyip... Men dakka dukka!’


Hayatın aynasında: ‘Ya Tayyip... Men dakka dukka!’

Nihat Behram

nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
22 Aralık 2013, 13:06
Halkın evlâtlarının evlerinden çıkanlarla, AKP’li Bakan çocuklarının evlerinden çıkanları karşılaştırın! Aradaki fark hayatın aynasıdır. Zindanlar insanla dolu: hakkını arayan emekçiler, öğretmenler, muhalif gazeteciler, aydınlar; Haziran İsyanı’na katılanlar, ODTÜ’de, Gülsuyu’nda direnenler, Kürt siyasetçiler, KESK, DİSK üyeleri, DK ve DHKP-C üyeliğiyle suçlananlar, avukatlar, devrimci gençler, yurtseverler, deresini, ormanını savunan halk... Kimi demokratik gösterilerde tutuklandı, çoğunun evi, dernekleri  ‘Şafak Operasyonları’yla basıldı. Evlerinden, çantalarından, derneklerinden çıkanlar medyada, savcı iddianamelerinden alıntılarla ‘ağır suç delilleri’ olarak sergilendi: kitap, Grup Yorum konseri bileti, ‘parasız eğitim hakkı’nı savunan afişler, limon, sirke, baret, poşu, kırmızı şal, deniz gözlüğü, sol dergiler, Deniz, Mahir, İbo, CHE fotoğrafları, ‘Boyun eğme’ yazılı pankartlar... Bu ‘suç kanıtları’ gizli tanık ve gizli ellerce mesaj yüklenmiş telefon, ‘montajlı CD’lerle pekiştirildi. On binlerce halk evlâdı evlerinden, çantalarından, derneklerinden çıkan bu ‘suç kanıtları’ nedeniyle zindanda. Hayat kantarının bir küfesinde bu var. Diğer küfesindeyse, Bakan çocukları ve onlarla ilişki trafiği içindeki bankacı, işadamı gibi kişiler ve evlerinden çıkanlar… Bak yeter!.. Manzara hayatın aynasıdır, sana neyin ne olduğunu gösterir.

Halk evlâtlarının buluşma noktaları, eylem mekanları ve o mekanlara ulaşım araçları ile AKP’li Bakan çocukları ve onlarla ‘iş’ ilişkisi içindekilerin buluşma mekânları ve o mekânlara ulaşım araçlarını kantarda tart; aradaki fark da hayatın aynasıdır. Evlâtlarımız devrimci şarkılar söyleyerek; antifaşist, antiemperyalist sloganlarla şehir hatları vapurlarını, halk otobüslerini doldurmuşlar, toplanacakları mekâna yönelmişler; devlet ulaşım araçlarını durdurunca, yürümeye koyulmuşlar. Ulaşmak istedikleri alanlar Taksim, Tandoğan ya da HES’leştirilmek istenen bir dere kenarı, bağrı oyulan bir dağ, hızarlanan bir orman, emekçisi direnişteki bir fabrika ya da zindan önü, adliye, duruşma salonu... Kantarın bir kefesinde bu var. Diğer kefesinde ‘Bakan çocukları’ ve ‘iş’ ilişkisi içindekilerin ulaşım araçları, buluşma mekânları: lüks yat, özel uçak, villa, banka, bakanlık koridorları, beş yıldızlı oteller... Halkın evlâtları yurdun derdi için kol kola tutuşurken, bunlar ‘rüşvet, soygun, yağma’ için buluşmuşlar. Aradaki farka bakıp, neyin ne olduğunu anlamak için ruhunu satmamış insana bir gram beyin yeter!

“Ya Beşar, men dakka dukka, eden bulur” diyordu! “Dakkayla gelen dukkayla gider” kendisi oldu! Panik halinde, sesi titriyor; abdest ile namazın sırası ağzına dolaştı; bumerangın geri dönüş rüzgârını alnında hissetti, topacı çeviren elin başka topaç sardığını gördü! ‘Ya Beşar’ dediği insana emperyalizm ve taşeronu dinci rejimler silahların en zalimleri, yalanların en sinsileriyle saldırdı, teslim alamadılar; milyarlar önerip “Dilediğin ülkede yaşa” dediler, satın alamadılar; Nobel ödüllü yalakalarla, kafa kesen canavarlarla tehdit ettiler; ölümü göze alıp ülkesini emperyalist yağmaya karşı savunma yolunu seçti. ‘Ya Beşar’ yerinde! ‘Men dakka dukka’lık diğerine kader! ‘Ya Tayyip’, bu da hayatın başka aynası!
Halk güçlerinin cepheleşmesi bu günlerin en temel görevidir. Çekilen acıların hesabını sorma bilinci bunu gerektirir. Hakan Gülseven önceki gün YURT’taki ‘Paralel Kokuşmuşluk’ başlıklı yazısında bu bilinci çok güzel tanımladı: “Çürümeyi, pespayeleşmeyi ancak büyük bir halk temizliği sona erdirir. Henüz AKP’nin eline geçmemiş olan tüm sendikalar ve işçi örgütleri, halka liderlik edecek bir emekçi alternatifi için derhal toplanmak zorundadır. Aksi takdirde, AKP - Cemaat maçını izlemekle yetinenler, bütün gollerin kendi kalelerine girdiğini görecektir”. Sol omurga çevresinde cepheleşip gövdeleşmesi, anti faşist, antiemperyalist, halktan, adaletten yana güçlerin acil görevidir. Son gelişmelerle ilgili olarak, halk güçlerinin tepkileri zaten bu yöndedir. ‘Hükümet istifa’ başlıklı açıklamasında, TKP halka “Sol seçeneği birlikte yaratmak için Haziran ruhunda birleşelim! Gericiliğe, Amerikancılığa, piyasacılığa geçit vermeyelim” çağrısı yaptı. Benzeri bir çağrıyı Halkevleri yaptı: “Yalana talana zorbalığa artık yeter! Hüküm halkındır. ABD ve sermayenin desteğiyle yıllardır ülkeye kan kusturan AKP de Cemaat de halka karşıdır! Halkevleri olarak ‚‘Eşitlik, özgürlük, adalet için tek yol halkın iktidarı!’ diyecek, hesap sormak için Haziran İsyanı’nda omuz omuza verdiğimiz bütün halk güçleriyle sokakta olacağız”. Sorunu kökünden çözmek için; halkın kendi cephesini oluşturmak, bugün halk güçlerinin en temel görevidir.
-------------------------------------------------
Goethe: “Büyük tehlike, yarı aptallar ile yarı akıllıların arasında yatar!”