26 Ağustos 2013 Pazartesi

Şiir kir tutar mı?


Şiir kir tutar mı?

Nihat Behram

nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
21 Ağustos 2013, 12:22
Tutmaz. Çünkü şiirin nabzı gerçekliğe, damarları içten, duru, çıkarsız olana, varlığı hayata dayalıdır. Yalan, sahtekârlık, yalakalık, soysuzluk, teslimiyet, bencillik, gayri insanilik kirin katlarıdır. Medya kir tutar ama şiir kir tutmaz. Mallarmè “Şiir sözcüklerin dinidir” diyor. İnancına ihanet ettiği an zaten o sözcükler o dine ait değildir. Yani kirlenmiştir ve şiirden uzaklaşmıştır. Sözcüklerin yan yana gelip, şiire ulanabilmesi için, hayatla, vicdanla, estetikle, cesaretle, derinlikle uyumlu olması gerekir. Şiirin haklılığı ve aklı olmalıdır. Hani Can Yücel, “Akılsız şiir kafasız kalmış Danton gibidir!” diyor ya, öyle.

İnsan dünyayı ve yaşamı son hızla kirletiyor. Toprak kirlenmesi, hava kirlenmesi, duygu kirlenmesi, ahlâk kirlenmesi, vicdan kirlenmesi, deniz kirlenmesi, zevk kirlenmesi diye saymaya kalksanız sonu gelmez. İşte medya! Kirlenmenin doruğunda. Dünyayı kirletenlerin elindeki en güçlü silah o. Yani en kirli silah. Şiirse kire karşı savaşın silahıdır. Şair kire bulaştığı an şiir onu terk eder!

Vasat bir şair bile mazluma, mazlumun hakkını arayana, halk için direnene şiir yazabilir. İyi olur, kötü olur, vasat olur ama şiirdir. Ama en iyi şair bile, zalimi, celladı, insanlık dışı olanı öven şiir yazamaz. Yazmaya kalksa bile şiir değil, şiirin biçimini kullanmış nesir olur. Şiir olarak cansızdır. Yani ölü. Kenan Evren’i ya da RTE’yi kutsayan şiir yazılmaz. En iyi şair bile beceremez. Ne yazarsa yazsın, yazdığı şey şiir değildir. Ama Erdal Eren’e, Ali İsmail Korkmaz’a yazılır. En vasat şairin yazdığında bile şiir tüter. Evren’e övgü kirdir, insanlık suçudur, kandır. Şiir tutmaz. Erdal’ınki, Ali’ninki masumiyettir. Şiirin damarında akandır. Diktatörler, zalimler hakkında yazılmış güzellemeler ölüdür. Vakti geçip eskiyince çöpe atılan eşyadan farkları yoktur. Yalakalık şiire tutunamaz. Medyaya tutunabilir. Emperyalist zalimin şiiri olmaz. Zulme uğramış halkın şiiri olur. Bush’un, Hitler’in, Obama’nın şiiri olmaz. Onların zulmünde kırılmış halkın şiiri olur. Zalimin cenaze merasiminde resmi bando çalar, duygusuz, ruhsuz basmakalıp konuşmalar yapılır ve bu basmakalıp merasim medyada haber değeri taşır, şiir değeri taşımaz. Şiirin seslendirdiği acı farklıdır. Söz gelimi halkın kendi ölüsüne yaktığı ağıt şiir yüklüdür.

Medya hem tinini, hem tenini satabilir. Şiir tenini, tinini satamaz. Şair yaşamda kalabilmek için içine sindiremediği türden işler yapsa da, şiir bu dayatmaya gelmez. İçine sindiremediği işi yapan şiir yoktur! Ruhsuzluk ya da ruhu kirlenmişlikte şiir nefessiz kalır, yaşamaz. Medya canını kasadan, sermayeden alır, şiir ise hayattan, insanlık değerlerinden, içtenlikten. Medya kolayca sistemin dalkavuğu olur. Şiir insani değerleri sınırlayan her şeye diklenir. İsyankârdır.

Medyanın kirlisi de var, temizi de. Ama şiirin kirlisi yoktur. Medya kirden beslenerek, kir içinde büyüyebilir. Şiirin kirlenmeye başladığı yer tükenmeye, ölmeye başladığı yerdir. Yalanın sahtekârlığın, vicdansızlığın batağında medya kök tutar. Şiir o bataklıkta can çekişir! Medya boyun eğdiği, teslim olduğu güçlerden beslenir, onlara sözcülük yapar. Teslimiyet şiirin ölümüdür. Değersizlik (söz gelimi porno) medyada tutunur, şiirde tutunamaz. Şiirde tüten erotizmdir. Kabalık medyaya gider. Şiirde çiçeklenen inceliktir. Sistem yandaşı medyanın enerjisi banka, senet, akü, ampül, manipülasyon, kalleşlik, sinsiliktir. Şiirinki ise gün ışını, acı, sevinç, umut, fedakârlık, kaygı, merak, cesaret, sevda...

Medya türbana da sarabilir kendini, pornoya da. Şiire ise ne türban tutunabilir ne porno. Deneyen sapır sapır dökülür. Yunus, Karaca yüzyıllardır dimdik dururken ‘Zaman’e şairlerin döküldüğü gibi. Türbanı güzelleyen tek şiir yoktur. Zülüfü güzelleyen ölümsüz nice şiir var.

İnsan kir tutsa da şiir kir tutmaz. Çok şeyin büyük oranda kirlendiği şu dönemde şiirin temiz kalma sebebi budur.

* * * 

Cemal Süreya:

“Şiir Anayasa’ya aykırıdır, doğanın ahlâkı kovduğu yerdedir, yasa dışıdır

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

25 Ağustos 2013 Pazar

Merdan Yanardağ’a mektup


Merdan Yanardağ’a mektup

Nihat Behram

nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
25 Ağustos 2013, 12:10
Sevgili Merdan Yanardağ, o cübbeyi giyip, o kürsüde oturunca adaleti temsil ettiğini sanan, aslında ise iktidar güçlerinin infaz bürosu olarak çalışan kurul, senin ömründen de 10 yıl biçmeye karar verdi! Sana verilen "ceza" insanlığa, yurtseverliğe, halka bağlılığa, bilime, aydınlığa, özgür düşünceye, kalem tutan ele, dinci faşizme duyduğumuz öfkeye, bilgiye, bilince "kesilmiş" cezadır. Geri tepecek, bu kesin! Yüreğimiz yüreğinin yanında, omzumuzu omuz başında bil! Sen boyun eğmeyen dik duruşunla bütün zorlukları yenecek güçtesin! Yanardağ, en çok sana yakışan isim.

Genel Yayın Yönetmenim ve çok değer verdiğim devrimci bir yazar olmanın ötesinde kardeş duygusuyla dostum, yakın arkadaşımsın. Seninle buluşamadığımız, konuşamadığımız; düşlerimizi, düşüncelerimizi paylaşamadığımız için, köşemde mektup yazmak zorunda kalışım, nasıl bir belayla karşı karşıya, ne tür bir demokrasi düşmanlığıyla yüz yüze olduğumuzun, ne menem bir insanlık düşmanlığıyla boğuştuğumuzun da göstergesi. Zindan kararı sadece senin hakkında verilmedi. O karar benim özgürlüğüme de saldırı, kelepçe, zulüm. O karar sadece sana ve bana değil, gazetemize, okurlarımıza, halka, düşünce dünyamıza, demokrasi ve insan hakları mücadelemize de saldırıdır. Asıl ona, yani halka kelepçe vurmak istediler. Bu saldırı karşısında susmak, en basit tanımıyla, insan olmakla bağdaşmaz. Bana, F Tipi hücrelerden gelen mektuplardan birinde ‘özgür tutsak’ imzalı bir genç, Hz. Ali’nin bir sözünü yazmış. Diyor ki “Bir köyde biri açlıktan ölüyorsa o köyün hepsi katildir!” Aynen öyle. Hakkında verilen karar karşısında susan herkes o kararın ortağıdır!

Mantık ve vicdan dayanağı olmayan 10 yıl gibi ağır bir ceza verip, hakkında yakalama kararı çıkarmalarının tabi ki onlar açısından nedeni var. Neredeyse tamamını yavşaklaştırdıkları medyada sen çok önemli direniş odaklarından birisin. “Keskin Kalem”inle, yapıtlarınla, köşe yazılarınla, yoktan var edişinle, dimdik duruşunla, boyun eğmeyişinle, dişe diş dövüşünle, aydın onurunla, birikiminle...

Bilmem ki şimdi neredesin? Hakkındaki cezayı ve yakalama kararını, yüce bir onur sahibi olarak “meşru bulmadın”, tanımadın. Çok açık ki, zindanda olsaydın da seni teslim almaya güçleri yetmeyecekti. Zaten zindanlar da, teslim olmamış, boyun eğmeyen özgür tutsaklarla tıklım tıklım! Senin nabzında teslimiyetin zerresine yer yok. Seni tanıyanlar bunu biliyordu, sen bir kez de ele güne karşı kanıtladın.

Hakkındaki karardan bir süre sonra gazetemize gittim. Önceki gelişlerimde hemen çıkıp kucaklaşmak için koştuğun odan bomboştu. Önünde ancak birkaç solukluk durabildim. Odandaki boşluğun bir yanı nehir, çağlayan, hançer, biley taşı, kanattı. Bir yanı ağır mı ağırdı; uğultusu acı ve öfke verici. Bu gazeteyi nice zorluklar, nice belalarla boğuşarak yoktan var edişinin yakın tanığıyım. 17 yıllık sürgünlüğümden sonra 13 yıl da ülkemde işsiz gezdim. “Gazete çıkarmaya çalışıyorum, köşe yaz, omuz omuza olalım” sözün 30 yıl işsizlikten sonra ülkemde bana ilk iş teklifiydi. Yakışan oydu: iş olarak değil omuzdaş olarak yanında durdum. Yurt’u çıkarmanın çabası aylar ve aylarca sürdü. Onu sen nice acıların, zorlukların içinde doğurdun. O seninle büyümeli Merdan, bu gazete sensiz yetimdir. En azından bir yolunu bulup yazmalısın. Köşenin boş kalmasını kabullenemiyorum. Her şeyden öte yazılarındaki ses pusulamızdı. Bizi, mücadelemizi, okurumuzu, hayata ve topluma ilişkin güncel yorumlarından, ufkundan mahrum bırakmaya hakkın yok. Bu bize verilen cezayı misline katlamaktır. Kişi olarak buluşamıyor da olsak, ufkunla buluşmamızın bir yolunu bul!

Sen direndikçe kazanacaksın, onlar çırpındıkça saldıracak, saldırdıkça daha çok çırpınacak ve batacaklar. Korku duvarını yıkan, baş eğmeyen, teslim olmayan halkın gücü önünde hiçbir şeyin duramayacağını tarih bir kez daha ve Anadolu'muzda kanıtlayacak. Bu kesin. Sevgiler kardeşim.

* * * 

Dörtlük

Gövdende çağlar uğulduyor

Yenilmez dağlar uğulduyor

Milyarların katliam silahlarına harcandığı dünyada

Senin varlığında insancıl şarkılar uğulduyor

Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..

18 Ağustos 2013 Pazar

Neyin günah olduğuna da mahkemeler mi karar veriyor?


Neyin günah olduğuna da mahkemeler mi karar veriyor?

Nihat Behram

nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
18 Ağustos 2013, 12:16
‘İnanç’ın bu denli ayaklar altına düşürüldüğü, her işe nane kılındığı, gözdağı, torpil, kalkan, referans malzemesi yapıldığı; ekonomiden spora, kültürden eğitime her alanda siyaset ve yağmalama iştahına meze gibi kullanıldığı başka dönem (Hilafet dönemi de dahil) bu coğrafyada oldu mu acaba? Hangi konu olursa olsun, ağzını açan söze “Allah’ın izni, İnşallah, Maşallah”la başlıyor. Yalan söylerken de, iftira atarken de. Hangi işe girerse girsin, ha keza, Allah’ın adı ağzında! Koyun keserken de, insan keserken de, kumar oynarken de! İcraatına “Allah da böyle istiyor!” diye başlayan devlet memuru, katliama dayalı savaş hesabını “İnşallah Şam’da namaz kılacağız!” diye yapan ‘devlet büyüğü’, insanları diri diri yakmayı “Rabbin takdiri!” diye sunan hukukçu sürüsüne bereket! Allah’ın adıyla ‘yoksula yardım’ diye soygun çeteleri kuran iktidar yandaşları da var, “Allah’ın askeriyim” diye elinde palayla sokağa çıkan iktidar milisleri de! Bu iktidar ‘kutsal’lık ile ‘inanç’ı öylesine sarındı ki, artık ‘kutsal inanç’ tanımı AKP tekelinde! Ya AKP’lisin ya kafir! Zaten bunu da kendileri açık açık söylüyorlar.


Devleti yönetenlerce “İnşallah, Allah’ın izniyle, yüce rabbim, bismillah”la pazarlanan yalan ve sahtekârlığın bini bir para! Günün hangi saatinde açarsanız açın, ekranda ya da bir gazetede mutlaka karşınıza çıkıyor! Artık bu sözleri duymaktan insanlara bulantı geldi! Ağızlarını Allah’ın adıyla açıyorlar ama gerisi yalan, dolan, kara plan! Üstelik bunların tamamı Hacı! Umre’de şeytana savurdukları taşların ara sıra birbirlerine gelmesinin bir hikmeti olmalı! Sadece iktidar mı? Muhalefet partisinin, üstelik kendisini ‘demokrat’ diye sunan şeriatçı vekili, “Hilafetten ne zarar gördünüz ki?” diye soruyor! Gel de, “Kör müyüz, görecek ne kaldı?” diye ağzına geleni sayma! Ya ‘laisizmin temsilcisi’ vekiller? Kantara vursan, acaba laikliği sahi olanlar mı ağır basar, eğreti ya da sahte duranlar mı?

Dincilerin ‘inanç azgınlığı’ öyle boyutlara varıyor ki, sanki farklı düşünenlerin ‘günahı’ onların hesabına yazılıyor! Sen onun ‘kafir için bilediği satırı’ndan ‘oruç siniri’ne kadar her şeyine saygı duyacaksın! Ama ondan sana karşı böyle bir ‘ölçü’ bekleme! Üstelik sen bu ‘ölçüsüzlüğe’ de saygı duymak zorundasın! Zaten Hacı RTE ve AKP’nin hacı bakanları da sık sık, “İnançlarına saygı duyulmazsa inançlı Müslümanların çileden çıkmaları normaldir!” diye dincileri kışkırtmıyor mu?

Bu ne biçim inanç, bu ne biçim vicdan? 19 yaşında filiz gibi bir genç, dinci faşist barbarlarca linç ediliyor, dinci medyada konu hakkında konuşanlar sırıtıyorlar! Polis, özgürlük ışığı arayan gencecik evlatlarımızı gaza boğuyor, ülkeyi yöneten hacılar, boğanı ‘şeref madalyası’yla ödüllendiriyor, boğulanı ise ‘camide içki içti’ iftirasıyla ‘inanç’ gruplarının hedefi kılıyor!

Bu dönemde Adliye kurumu da, Diyanet’ten ve Hükümetin Hacı Bakanlarından geri kalmadı! Ateiste ‘inanmama özgürlüğü’ savunanın zaten katli vacip! Hadi ondan vazgeçtik! Ama inanç sahibi olduğu halde laisizmi savunanlara ya da Alevi ve farklı inanç sahiplerine dinci gazetelerin örümcek kafalı yazarlarınca her gün hakaretin, gözdağının, lanetin bini bir para. Üstelik ‘sevap’ adına! “Bunlara palayı kafadan vurun” diyen de var, kestiği insanın ciğerlerini yiyen yamyama “Allah’ın askeri” diyen de. Bak bakalım, haklarında açılmış bir dava var mı? Ama bir aydın, yobazlığı eleştirmeye görsün, mahkemeye davet hazır! Gerekçesi : “Dine hakaret, halkın dini değerlerini alenen aşağılama!” Anlayamadım kaldım, neyin günah neyin sevap olduğuna da mahkemeler mi karar veriyor bu memlekette?

* * * 

Dörtlük

İnsanlık yürekçe zengin

Hilafla tavafla değil

Sevenler gönülce engin

Kubbeyle hutbeyle değil

 Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..