Dinci faşizmin urları olarak, ülkeyi bir ucundan bir ucuna saran zindanlardan gelen mektupların her biri, içimde ayrı bir yangın kıvılcımı oluyor. Zulme öfkenin, insanlık düşmanlarına lânetin yangını. Karanlığın kanlı, paslı tırnakları, dişleriyle canları deşelenen halkın evlâtlarına yeterince yetişememenin kahrı ise, içimdeki yangınların en büyüğü. Faşizme karşı direnişin en zorlu ama en kusursuzunu, zindanlardaki halkın aydınlık ufuklu evlâtları sergiliyor. Her biri bir ateş parçası, kıvılcım; her biri umudun barikatı...
Serap Dursun’un mektubu karanlıktan sıçrayan kıvılcım sıcaklığında. İzmir, Karabağlar Cumhuriyet Anadolu Lisesi, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni. Ama Aliağa Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nden yazıyor! Dokuz aydır özgürlüğü o zindanda zincirli. Şakran zindanındaki insanlık dışı zulümleri, zindanlarda yaşananlara duyarlı olanlar “Şakran Cezaevi Guantanamo Gibi” başlığıyla basında çıkan haberlerden anımsayacaktır. Ağır hasta kadınların hücrelere tıkılması, kadın mahkûmlara çıplak arama yapılması, bu zorbalığa karşı çıkanların “Soyunmazsanız sizi askerlere soyduracağız” diye tehdit edilmesi, direnenlerin darp edilmesi; ‘doktor yok’ diye tedavi yapılmaması; çürük dişi için doktora çıkan tutsağın, çürük dişi yerine sağlam dişlerinin çekilmesi; yemeklerden fare pisliği çıkması; eşyalara, mektuplara el konulması; ortak alan, sohbet gibi birçok yasal tutuklu hakkının engellenmesi; tutsak ziyaretçilerine eziyet bu zindandaki insanlık dışı uygulamaların sadece birkaçı.
Geçen nisanda, İzmir Kitap Fuarı’nda bir grup öğrenci, imzalamam için kitabımı uzatırken, “Cezaevindeki edebiyat öğretmenimiz için…” dediklerinde, pırıl pırıl bakışlı öğrencileri aracılığıyla tanışmıştım Serap öğretmenimle. O da zaten mektubuna, “Hani, imzalı bir kitabınızla Şakran Kadın Hapishanesi’ne ziyaretime gelmiştiniz ya” diye başlamış. “Çürümüş eğitim sisteminde, tohumun çatlamamış halinden fidanlar yaratmaya çalışan bir edebiyat öğretmeniyim. Dokuz aydır uzağım fidanlarımdan ve iki harika küçük çocuğumdan” diye tanımlıyor kendini ve konumunu. Dışarıda ‘türban özgürlüğü’yle kadının kafasını kapatan Dinci Faşizm; açık kafaları, aydınlığımızın simgesi Seraplarımızın özgürlüğünü de zindan duvarlarıyla ‘kapatmaya’ çalışıyor! Suçu mu? Öğrencilerine “Her şeyden önce haksızlığa karşı durmayı öğreneceksiniz” demesi... KESK saflarında yer alması. Öğrencilere, ‘Parasız eğitim’, öğretmenlere ‘iş güvencesi istemesi’, zindanda ‘tecrit uygulamasına hayır’ demesi, anti faşist olması, demokrasiyi savunması; öğrencilerini çağdaş sanat, kültür ve bilime yönlendirmesi; uygar olması, yurtsever olması... Eh bunlar da, dinci faşizme göre ağır suçlardır ve zindana tıkılıp, ‘terör örgütü’nden yargılanması için yeterlidir! Hele ki, çantasında Grup Yorum konseri bileti; evinde Deniz, Mahir, Che fotoğrafı falan da bulunduysa ‘teröristliği’ kanıtlanmış demektir!
Serap Öğretmenim zindandaki nice gerçek halk evlatlarından biri... İki eşsiz yavrusu Eylül ve Ulaş’ını ayda bir saat görebiliyor. Mektubunun bir yerinde “İnsanlarımız ateşi dokununca tanıyor” diyor. Hemen her cümlesi bu anlam, bu derinlik, bu etkideki mektubunun sonunda; içinde aydınlık insan yüreği taşıyanlara, onuruyla emek mücadelesi veren KESK’li tutsaklar için bir çağrısı var: “İlk mahkememiz tutuklanışımızdan dokuz buçuk ay sonra, 30 Ekim’de görülecek. İzmir 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşmamıza tüm ilerici demokrat aydınların desteğini bekliyoruz”. Serap Öğretmenlerimizi; yani düşümüzü, ufkumuzu, faşizmin pençesindeki canlarımızı yalnız bırakmayalım. Karanlığa boyun eğmeyen kıvılcım yürekli kardeşlerimizin, saçlarında gün ışığı, aydınlık alınlı öğretmenlerimizin yanı başında, o mahkemede olmak insanlık görevimizdir. Özellikle de İzmirli aydınlar, yazar, sanatçı arkadaşlarım; inanıyorum ki, bu duyarlığı gösterecektir.
Zindanlardan birikmiş mektupları yazmayı önümüzdeki yazı günlerimde sürdüreceğim.
--------------------------------------------
Dörtlük
Dalayan acılarsa, katliamlarsa halkı
Eriyorsa binlerce insan karanlık hücrelerde
Ağlamaktan yanıyorsa gözleri anaların
Yolu yok kurtuluşun isyanı seçmedikçe
Serap Dursun’un mektubu karanlıktan sıçrayan kıvılcım sıcaklığında. İzmir, Karabağlar Cumhuriyet Anadolu Lisesi, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni. Ama Aliağa Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nden yazıyor! Dokuz aydır özgürlüğü o zindanda zincirli. Şakran zindanındaki insanlık dışı zulümleri, zindanlarda yaşananlara duyarlı olanlar “Şakran Cezaevi Guantanamo Gibi” başlığıyla basında çıkan haberlerden anımsayacaktır. Ağır hasta kadınların hücrelere tıkılması, kadın mahkûmlara çıplak arama yapılması, bu zorbalığa karşı çıkanların “Soyunmazsanız sizi askerlere soyduracağız” diye tehdit edilmesi, direnenlerin darp edilmesi; ‘doktor yok’ diye tedavi yapılmaması; çürük dişi için doktora çıkan tutsağın, çürük dişi yerine sağlam dişlerinin çekilmesi; yemeklerden fare pisliği çıkması; eşyalara, mektuplara el konulması; ortak alan, sohbet gibi birçok yasal tutuklu hakkının engellenmesi; tutsak ziyaretçilerine eziyet bu zindandaki insanlık dışı uygulamaların sadece birkaçı.
Geçen nisanda, İzmir Kitap Fuarı’nda bir grup öğrenci, imzalamam için kitabımı uzatırken, “Cezaevindeki edebiyat öğretmenimiz için…” dediklerinde, pırıl pırıl bakışlı öğrencileri aracılığıyla tanışmıştım Serap öğretmenimle. O da zaten mektubuna, “Hani, imzalı bir kitabınızla Şakran Kadın Hapishanesi’ne ziyaretime gelmiştiniz ya” diye başlamış. “Çürümüş eğitim sisteminde, tohumun çatlamamış halinden fidanlar yaratmaya çalışan bir edebiyat öğretmeniyim. Dokuz aydır uzağım fidanlarımdan ve iki harika küçük çocuğumdan” diye tanımlıyor kendini ve konumunu. Dışarıda ‘türban özgürlüğü’yle kadının kafasını kapatan Dinci Faşizm; açık kafaları, aydınlığımızın simgesi Seraplarımızın özgürlüğünü de zindan duvarlarıyla ‘kapatmaya’ çalışıyor! Suçu mu? Öğrencilerine “Her şeyden önce haksızlığa karşı durmayı öğreneceksiniz” demesi... KESK saflarında yer alması. Öğrencilere, ‘Parasız eğitim’, öğretmenlere ‘iş güvencesi istemesi’, zindanda ‘tecrit uygulamasına hayır’ demesi, anti faşist olması, demokrasiyi savunması; öğrencilerini çağdaş sanat, kültür ve bilime yönlendirmesi; uygar olması, yurtsever olması... Eh bunlar da, dinci faşizme göre ağır suçlardır ve zindana tıkılıp, ‘terör örgütü’nden yargılanması için yeterlidir! Hele ki, çantasında Grup Yorum konseri bileti; evinde Deniz, Mahir, Che fotoğrafı falan da bulunduysa ‘teröristliği’ kanıtlanmış demektir!
Serap Öğretmenim zindandaki nice gerçek halk evlatlarından biri... İki eşsiz yavrusu Eylül ve Ulaş’ını ayda bir saat görebiliyor. Mektubunun bir yerinde “İnsanlarımız ateşi dokununca tanıyor” diyor. Hemen her cümlesi bu anlam, bu derinlik, bu etkideki mektubunun sonunda; içinde aydınlık insan yüreği taşıyanlara, onuruyla emek mücadelesi veren KESK’li tutsaklar için bir çağrısı var: “İlk mahkememiz tutuklanışımızdan dokuz buçuk ay sonra, 30 Ekim’de görülecek. İzmir 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşmamıza tüm ilerici demokrat aydınların desteğini bekliyoruz”. Serap Öğretmenlerimizi; yani düşümüzü, ufkumuzu, faşizmin pençesindeki canlarımızı yalnız bırakmayalım. Karanlığa boyun eğmeyen kıvılcım yürekli kardeşlerimizin, saçlarında gün ışığı, aydınlık alınlı öğretmenlerimizin yanı başında, o mahkemede olmak insanlık görevimizdir. Özellikle de İzmirli aydınlar, yazar, sanatçı arkadaşlarım; inanıyorum ki, bu duyarlığı gösterecektir.
Zindanlardan birikmiş mektupları yazmayı önümüzdeki yazı günlerimde sürdüreceğim.
--------------------------------------------
Dörtlük
Dalayan acılarsa, katliamlarsa halkı
Eriyorsa binlerce insan karanlık hücrelerde
Ağlamaktan yanıyorsa gözleri anaların
Yolu yok kurtuluşun isyanı seçmedikçe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder