Dinsel inancı olan biri değilim, ama herhangi bir dine içten inanan kişinin sahtekâr olabileceğini düşünmem. Hele ki, bile bile sahtekârlık yapacağını. Çünkü, sonuçta bütün dinler için sahtekârlık en büyük günahtır. Ondan ki, din örtüsü altında sahtekârlık yapana dindar değil ‘dinci’ deniliyor. Yani din tüccarı! İnanç sahtekârı! Hangi alanda olursa olsun sahteye, yalana, haksızlığa, adaletsizliğe başvuran sahtekârdır. Her alanda sahtekâr çıkar. Ticaretten spora kadar. Sahtekârlığın boy verdiği alanlardan biri de siyasettir. Sahtekârlığın en kirli, en sinsi ve en tehlikelisi din kisvesi altıda yapılandır. Dini motifler ve ayetlerle süslü duvarında ‘Müşteri velinimetimdir’ yazan bakkalın sahte gıda kakalaması, siyasetçinin aynı yöntemle tüm topluma yönelik sahtekârlığı yanında devede kulak kalır.
Yalan sönücüdür. Kalıcı olan gerçektir. Yalan er ya da geç gerçeğe toslayıp tükenir. Yalana sarılanlar da yalanlarıyla birlikte tükenirler. Bu tükeniş bataklıkta boğulmaya benzer. Yalanı tüketecek olan gerçeklik hayatın içinde gizlidir. Yalanı foslatmak için gerçeği açığa çıkarmak gerekir. Şimdi ‘ses bandı’nı tartışıyoruz. ‘Doğru’ diyen var, ‘yalan’ diyen var. Doğru ve yalan kişilerin niyetinde değil hayatın ve bilimin terazisinde tartılır. O terazi, yalanın azrailidir!
Eğer bant gerçekse; ilkin bantta konuşan kişiler, sonra bu konuşmada ‘yardımcı’ olarak adı geçenler, sonra tüm bu şahısları koruyanlar, sonra bu olayın soruşturulmadan savuşturulması için çabalayanlar, sonra bu olayın açığa çıkması için demokratik gösteri haklarını kullanan yurttaşlara saldırı emri veren yetkililer ve onların emrine uyan güvenlik güçleri, sonra yalan haberlerle halkı aldatan yalaka medya, sonra Başbakan Yardımcıları, Başdanışmanları, Bakanlar, sonra söz konusu bant için ‘acilen tahlil’ çağrısı yapmayan, yargıyı göreve çağırmayan Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanı... ‘suça iştirak’ halindedir.
Bant gerçek mi, değil mi? Uzmanlar bunun saptanmasının iki saatlik iş olduğunu söylüyor. Neden soruşturma yoluna değil de, savuşturma yoluna; yani ‘yalanın taktiği’ne başvurulur? Tahlili yapılsın, gerçek çıksın ortaya. Sahteyse sahte. Ama sahte değil de, sahtekârlık ‘Bant sahte’ sözünde gizliyse; tüm topluma, ülkeye, halka, insanlığa karşı işlenen suçun suçlularına bir ‘Silivri’ değil, on ‘Silivri’ yetmez!
Dini siyasete alet edenin dindarlığı sahtedir. Onun yönetiminde gelecek olansa felakettir. Bunu görmek için, kırıntısıyla var olan laisizmi yıkmaya gerek yoktu. Ama ne yazık ki, ülkemizde böyle oldu. ABD ve uşakları ülkeyi ‘Siyasi İslam’ oltasına taktılar. Soldan devşirme ‘akademisyen’ sıfatlı liberaller, “Cumhuriyet yukardan aşağı bindirmedir, AKP aşağıdan yukarı inşa” fetvalarıyla, dinciliğin siyasi yapılanmasına harç taşıdılar. Siyasete bulaştırılmış din inanç değil, sahtekârlık aracıdır. Dinciye dindar denmez, sahtekâr denir. Dinci ‘Tanrı’yı yalana, soyguna alet edendir. Yaptığı işi ‘Allah adına yaptığını’ söyler, erketeleri onun için “O bize Allah’ın bir lütfudur” der. Tanrı adına konuşur, Tanrı’nın niyetini okur! Yani o Tanrı için değil, Tanrı onun için var! Dinle siyaset yapmak budur! Hırsızın, sahtekârın Tanrı korkusu yoktur! Onun için Tanrı, açmak istediği kapının maymuncuğudur! Ne kadar haneyi ‘mürit’ kıldıysa, o kadar kapı kilitsiz demektir! Eğer ülkeyi o yönetiyorsa devlet korkusu da yoktur. Napolyon, “Din sıradan insanları pasif ve sessiz tutmak için bulunmaz bir kaynaktır” lafını boşuna söylememiş!
Ülkeyi yağma dalaşında AKP-C ikiye bölününce, sistem yalakası medya ve devşirme liberaller de yemliklerine göre saf tuttular. Gedikli muhafazakâr kesimlerde ise, son bant olayından sonra ilginç görüntüler ortaya çıktı. Bir kısmı, RTE “Bant gerçek” dese bile “Hayır, değil” diyecek denli yalaka! Bir kısmı, “O paraların zekat olmadığı, halka dağıtılmayacağı ne malum” diyecek denli kılcı! Bir kısmının yorumu daha karanlık: “Bir iç savaşta TIR’larla silah ve paraya ihtiyaç olur” diye hırlıyorlar. Bir kısmı ise şaşkın. Dincilikle dindarlık arasında sıkıştılar. Vicdanıyla insani tavır alan da var, susan ve pısan da!
AKP-C’nin ülke yönetimine geldiği seçimleri anımsayın. Kurulur kurulmaz iktidara aday olmuştu. AKP Genel Merkezi’nde TV’den seçim sonuçlarını RTE ve ABD konsolosu birlikte izliyor, ‘başarı’yı birlikte kutluyorlardı. Görünen o ki; kim, nasıl getirdiyse, ‘işi’nin bitiminde öyle süpürüyor! Ve yine anımsayın; aynı gazetenin iki seçkin yazarı İlhan Selçuk ve Mustafa Balbay’ın espri ve ışık kuyusu telefon konuşmasından ne darbe senaryoları üretildi, ne şafak operasyonları düzenlendi, ne hayatlar karartıldı; dede yadiğârı bir çakaralmaz çifteden ne cephaneler var edildi! Özellikle de soldan devşirme sistem yalakası liberaller bu olayları sırıtarak izledi. Bakanlarla zindan teftişine katılıp “Hücreler otel odası gibi rahat” diye rapor verdiler. Ama karanlık kafalı canilere servis yapan TIR’lardaki mal ‘insani yardım’, ayakkabı kutularındaki kara para ‘imam hatip bağışı’, bantta ‘sıfırlama’ konusu olan sıfır sayısı ve kaynağı karanlık meblağ ‘zekat’! Ülkenin manzarası bu. Halkın halk olması, bu manzaraya seyirci olmaktan kurtulmasına bağlı. Yoksa, gidenle gelen arasında yine cenderede, yine sıkışacak!
--------------------------------------------------
W.Shakespeare: “Namus görünmez bir cevherdir, çoğu zaman ona sahip olmayanlar sahipmiş gibi görünür”.
Yalan sönücüdür. Kalıcı olan gerçektir. Yalan er ya da geç gerçeğe toslayıp tükenir. Yalana sarılanlar da yalanlarıyla birlikte tükenirler. Bu tükeniş bataklıkta boğulmaya benzer. Yalanı tüketecek olan gerçeklik hayatın içinde gizlidir. Yalanı foslatmak için gerçeği açığa çıkarmak gerekir. Şimdi ‘ses bandı’nı tartışıyoruz. ‘Doğru’ diyen var, ‘yalan’ diyen var. Doğru ve yalan kişilerin niyetinde değil hayatın ve bilimin terazisinde tartılır. O terazi, yalanın azrailidir!
Eğer bant gerçekse; ilkin bantta konuşan kişiler, sonra bu konuşmada ‘yardımcı’ olarak adı geçenler, sonra tüm bu şahısları koruyanlar, sonra bu olayın soruşturulmadan savuşturulması için çabalayanlar, sonra bu olayın açığa çıkması için demokratik gösteri haklarını kullanan yurttaşlara saldırı emri veren yetkililer ve onların emrine uyan güvenlik güçleri, sonra yalan haberlerle halkı aldatan yalaka medya, sonra Başbakan Yardımcıları, Başdanışmanları, Bakanlar, sonra söz konusu bant için ‘acilen tahlil’ çağrısı yapmayan, yargıyı göreve çağırmayan Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanı... ‘suça iştirak’ halindedir.
Bant gerçek mi, değil mi? Uzmanlar bunun saptanmasının iki saatlik iş olduğunu söylüyor. Neden soruşturma yoluna değil de, savuşturma yoluna; yani ‘yalanın taktiği’ne başvurulur? Tahlili yapılsın, gerçek çıksın ortaya. Sahteyse sahte. Ama sahte değil de, sahtekârlık ‘Bant sahte’ sözünde gizliyse; tüm topluma, ülkeye, halka, insanlığa karşı işlenen suçun suçlularına bir ‘Silivri’ değil, on ‘Silivri’ yetmez!
Dini siyasete alet edenin dindarlığı sahtedir. Onun yönetiminde gelecek olansa felakettir. Bunu görmek için, kırıntısıyla var olan laisizmi yıkmaya gerek yoktu. Ama ne yazık ki, ülkemizde böyle oldu. ABD ve uşakları ülkeyi ‘Siyasi İslam’ oltasına taktılar. Soldan devşirme ‘akademisyen’ sıfatlı liberaller, “Cumhuriyet yukardan aşağı bindirmedir, AKP aşağıdan yukarı inşa” fetvalarıyla, dinciliğin siyasi yapılanmasına harç taşıdılar. Siyasete bulaştırılmış din inanç değil, sahtekârlık aracıdır. Dinciye dindar denmez, sahtekâr denir. Dinci ‘Tanrı’yı yalana, soyguna alet edendir. Yaptığı işi ‘Allah adına yaptığını’ söyler, erketeleri onun için “O bize Allah’ın bir lütfudur” der. Tanrı adına konuşur, Tanrı’nın niyetini okur! Yani o Tanrı için değil, Tanrı onun için var! Dinle siyaset yapmak budur! Hırsızın, sahtekârın Tanrı korkusu yoktur! Onun için Tanrı, açmak istediği kapının maymuncuğudur! Ne kadar haneyi ‘mürit’ kıldıysa, o kadar kapı kilitsiz demektir! Eğer ülkeyi o yönetiyorsa devlet korkusu da yoktur. Napolyon, “Din sıradan insanları pasif ve sessiz tutmak için bulunmaz bir kaynaktır” lafını boşuna söylememiş!
Ülkeyi yağma dalaşında AKP-C ikiye bölününce, sistem yalakası medya ve devşirme liberaller de yemliklerine göre saf tuttular. Gedikli muhafazakâr kesimlerde ise, son bant olayından sonra ilginç görüntüler ortaya çıktı. Bir kısmı, RTE “Bant gerçek” dese bile “Hayır, değil” diyecek denli yalaka! Bir kısmı, “O paraların zekat olmadığı, halka dağıtılmayacağı ne malum” diyecek denli kılcı! Bir kısmının yorumu daha karanlık: “Bir iç savaşta TIR’larla silah ve paraya ihtiyaç olur” diye hırlıyorlar. Bir kısmı ise şaşkın. Dincilikle dindarlık arasında sıkıştılar. Vicdanıyla insani tavır alan da var, susan ve pısan da!
AKP-C’nin ülke yönetimine geldiği seçimleri anımsayın. Kurulur kurulmaz iktidara aday olmuştu. AKP Genel Merkezi’nde TV’den seçim sonuçlarını RTE ve ABD konsolosu birlikte izliyor, ‘başarı’yı birlikte kutluyorlardı. Görünen o ki; kim, nasıl getirdiyse, ‘işi’nin bitiminde öyle süpürüyor! Ve yine anımsayın; aynı gazetenin iki seçkin yazarı İlhan Selçuk ve Mustafa Balbay’ın espri ve ışık kuyusu telefon konuşmasından ne darbe senaryoları üretildi, ne şafak operasyonları düzenlendi, ne hayatlar karartıldı; dede yadiğârı bir çakaralmaz çifteden ne cephaneler var edildi! Özellikle de soldan devşirme sistem yalakası liberaller bu olayları sırıtarak izledi. Bakanlarla zindan teftişine katılıp “Hücreler otel odası gibi rahat” diye rapor verdiler. Ama karanlık kafalı canilere servis yapan TIR’lardaki mal ‘insani yardım’, ayakkabı kutularındaki kara para ‘imam hatip bağışı’, bantta ‘sıfırlama’ konusu olan sıfır sayısı ve kaynağı karanlık meblağ ‘zekat’! Ülkenin manzarası bu. Halkın halk olması, bu manzaraya seyirci olmaktan kurtulmasına bağlı. Yoksa, gidenle gelen arasında yine cenderede, yine sıkışacak!
--------------------------------------------------
W.Shakespeare: “Namus görünmez bir cevherdir, çoğu zaman ona sahip olmayanlar sahipmiş gibi görünür”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder