Nihat Behram
nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
12 Mart 971 Darbesi’nin kanlı karanlık günleriydi. Bir ikisi dışında tüm devrimci yayınlar yasaklanmıştı. Darbe terörü her yanı sarmıştı. Devrimci sanat ve kültür dergisi Halkın Dostları’nın yayınını Zekâi Bostancı ve birkaç fedakâr arkadaşla o koşullarda sürdürmeye çalışıyorduk. Dergiyi sürdürebilmek için sahiplik ve yazıişleri sorumluluğunu yüklenmiştim. Ataol Fransa’daydı. Neruda’nın o ünlü “Karakas’daki Miguel Otero Silva’ya Mektup” şiirini darbeye bir manifesto gibi o günlerde yayınladık. “Bizi ne edeceklerini şaşırıyorlar Miguel / Öldürmekten öte ne yapabilirler ki / ve o bile sonuçsuz kalacak / tek şey var: bir oda kiralamak karşımızda ve bizi gözetlemek / bizler gibi gülmeyi ve ağlamayı öğrenebilmek için” diye seslenen; “Yıllar önce bir öğrenci görmüştüm / ayak bileklerinde bir generalin emriyle vurulmuş zincirlerin izleri vardı / bana yollarda çalıştırılan prangalı mahpusları anlattı / ve insanların yok edildiği hücreleri” diye akıp giden; “Alçak bir Başkan’ın / ülkemin en değerli insanlarını toprağın altına soktuğu / kemiklerini satmak için” diye haykıran şiirini. Sesimizi ona sarmıştık.
Ataol’dan gelen zarfı açtığımda, Sirkeci Postanesi’nin önünde bayılacak gibi heyecanlanmış, ağlamıştım. Ataol kendisine ilettiğim o şiirin olduğu dergiyi geri yollamıştı. İçinde Neruda’nın palmiyeleriyle. Neruda Paris’te Şili Elçisiydi. Ataol’un götürdüğü dergiyi palmiyeler çizerek bizim için imzalamıştı. Bir süre sonra Halkın Dostları da yasaklandı. Tutuklandım. Maltepe Askeri Cezaevi’nde tünel kazıldığı günlerdi. Dergimizin abone listesinde adı olan Mahir Çayan oradaydı, Harun Karadeniz oradaydı, Ulaş Bardakçı, Cihan Alptekin ve civan yürekli niceleriyle aynı koğuştaydık.
Tutukluluğum Maltepe’den sonra Davutpaşa Askeri Cezaevi’nde sürdü. 1973 Eylül’üydü. Bu kez Şili’de kanlı bir darbe olmuş, Allende öldürülmüş, Neruda’nın nazlı yurdunu Pinoche canavarı ele geçirmişti. 1973’ün son günleriydi. Cezaevine bebeklerin koynunda, giysiler, yiyecekler arasında parça parça soktuğumuz ve içerde monte ettiğimiz küçük bir pilli radyomuz vardı. Geceleri dünyadan haberler taşıyan bir sevgili gibiydi koynumda. Öyle bir günün sabah alacasında BBC’den bin bir cızırtı arasında bir haber geldi gitti. “Şili’de...Pablo Neruda’nın...ölüm haberi kısaca....toplanan kalabalığın” Cızırtılar arasında duyabildiğim sadece bunlardı. Başka habere geçti. Akıp giden zamanla yarışırcasına dinlediğim radyo artık bir yabancı gibiydi koynumda. Demirin soğukluğu ve duygusuzluğuyla. Ranzada altımdaki yatakta Gökalp Eren yatıyordu. Onun yanına indim. Uyandırıp, “Neruda’yı öldürdüler!” dedim. O gün Neruda’ın şiirlerini okudum arkadaşlara. Onun damar ve yürek kardeşi Enver Gökçe’nin Türkçeye kazandırdığı “Oğulları Ölen Analara Türkü” şiirini bir kâğıda yazıp koğuşumuzun duvarına astım. İşkencelerden geçmiş, ayak bileklerinde zincirlerin izleri olan arkadaşlar sıra sıra gelip okudular.
Neruda’nın Pinoche canisi tarafından öldürüldüğü duygum hiçbir zaman değişmedi. “Hastanede prostat kanserinden öldüğü” yolundaki açıklamalar bana hiçbir zaman inandırıcı gelmedi. Pinoche alçağına en büyük tehdit Neruda’nın varlığıydı. Darbenin 2. haftasında caniler kollarını sıvadılar.
Şili Komünist Partisi’nin yıllarca sürdürdüğü başvurular sonucunda, 2011 yılında Neruda’nın ölümü hakkında soruşturma açıldı. Şoförü Manuel Araya, “Tedavi gördüğü hastanede zehir enjekte edildiği” yönünde kuvvetli şüpheler olduğunu söyledi. Sonunda 8 Nisan 2013’de kemiklerinin uluslararası bir heyet denetiminde topraktan çıkarılmasına karar verildi. Ben de bu satırları 8 Nisan 2013 sabahı yazıyorum. Hayata emanet ettiği ölümsüz şiirlerinin kardeş sesiyle. “Yaşadıklarımı İtiraf Ediyorum”da, “Hayatım bütün hayatlardan oluşmuş bir hayattır, bir şair hayatıdır” diyordu. Yani Neruda her sabah, her bahar yeniden doğar, Pinoche ise kan kokusu içinde çürüdü de çürüdü.
___________________________________________
Pablo Neruda:
“Bunca yere düşmüşlerden
Yenilmez bir hayat doğar;
Bir tek beden olur,
Analar, bayraklar, çocuklar,
Hayat gibi canlı tek bir beden”
Ataol’dan gelen zarfı açtığımda, Sirkeci Postanesi’nin önünde bayılacak gibi heyecanlanmış, ağlamıştım. Ataol kendisine ilettiğim o şiirin olduğu dergiyi geri yollamıştı. İçinde Neruda’nın palmiyeleriyle. Neruda Paris’te Şili Elçisiydi. Ataol’un götürdüğü dergiyi palmiyeler çizerek bizim için imzalamıştı. Bir süre sonra Halkın Dostları da yasaklandı. Tutuklandım. Maltepe Askeri Cezaevi’nde tünel kazıldığı günlerdi. Dergimizin abone listesinde adı olan Mahir Çayan oradaydı, Harun Karadeniz oradaydı, Ulaş Bardakçı, Cihan Alptekin ve civan yürekli niceleriyle aynı koğuştaydık.
Tutukluluğum Maltepe’den sonra Davutpaşa Askeri Cezaevi’nde sürdü. 1973 Eylül’üydü. Bu kez Şili’de kanlı bir darbe olmuş, Allende öldürülmüş, Neruda’nın nazlı yurdunu Pinoche canavarı ele geçirmişti. 1973’ün son günleriydi. Cezaevine bebeklerin koynunda, giysiler, yiyecekler arasında parça parça soktuğumuz ve içerde monte ettiğimiz küçük bir pilli radyomuz vardı. Geceleri dünyadan haberler taşıyan bir sevgili gibiydi koynumda. Öyle bir günün sabah alacasında BBC’den bin bir cızırtı arasında bir haber geldi gitti. “Şili’de...Pablo Neruda’nın...ölüm haberi kısaca....toplanan kalabalığın” Cızırtılar arasında duyabildiğim sadece bunlardı. Başka habere geçti. Akıp giden zamanla yarışırcasına dinlediğim radyo artık bir yabancı gibiydi koynumda. Demirin soğukluğu ve duygusuzluğuyla. Ranzada altımdaki yatakta Gökalp Eren yatıyordu. Onun yanına indim. Uyandırıp, “Neruda’yı öldürdüler!” dedim. O gün Neruda’ın şiirlerini okudum arkadaşlara. Onun damar ve yürek kardeşi Enver Gökçe’nin Türkçeye kazandırdığı “Oğulları Ölen Analara Türkü” şiirini bir kâğıda yazıp koğuşumuzun duvarına astım. İşkencelerden geçmiş, ayak bileklerinde zincirlerin izleri olan arkadaşlar sıra sıra gelip okudular.
Neruda’nın Pinoche canisi tarafından öldürüldüğü duygum hiçbir zaman değişmedi. “Hastanede prostat kanserinden öldüğü” yolundaki açıklamalar bana hiçbir zaman inandırıcı gelmedi. Pinoche alçağına en büyük tehdit Neruda’nın varlığıydı. Darbenin 2. haftasında caniler kollarını sıvadılar.
Şili Komünist Partisi’nin yıllarca sürdürdüğü başvurular sonucunda, 2011 yılında Neruda’nın ölümü hakkında soruşturma açıldı. Şoförü Manuel Araya, “Tedavi gördüğü hastanede zehir enjekte edildiği” yönünde kuvvetli şüpheler olduğunu söyledi. Sonunda 8 Nisan 2013’de kemiklerinin uluslararası bir heyet denetiminde topraktan çıkarılmasına karar verildi. Ben de bu satırları 8 Nisan 2013 sabahı yazıyorum. Hayata emanet ettiği ölümsüz şiirlerinin kardeş sesiyle. “Yaşadıklarımı İtiraf Ediyorum”da, “Hayatım bütün hayatlardan oluşmuş bir hayattır, bir şair hayatıdır” diyordu. Yani Neruda her sabah, her bahar yeniden doğar, Pinoche ise kan kokusu içinde çürüdü de çürüdü.
___________________________________________
Pablo Neruda:
“Bunca yere düşmüşlerden
Yenilmez bir hayat doğar;
Bir tek beden olur,
Analar, bayraklar, çocuklar,
Hayat gibi canlı tek bir beden”
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder