Nihat Behram
nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
nihat.behram@yurtgazetesi.com.tr
Ayağına basılan bağırıyor. Toplum katları bağırma sırasına girdi. Bari sırası gelen, “sıramı savdım” deyip susmasa. “Toplu bağırmanın önemi”ni anlatmaktan sosyalistlerin dilleri kurudu. Acı olansa, biri bağırırken, diğeri, daha kendisine sıra gelmediği için, sessiz kalıp, bağıranı yalnız bırakıyor. Sıranın kendisine de geleceğini hesap etmeden.
Profesör etiketli bir şahsiyet çıkıp, Neşet Ertaş ayarında bir halk sanatçısına “Türkülerinde yasaklanması gereken ahlak dışı sözler var!” dese; vekil, bakan, başbakan etiketli bir şahsiyet çıkıp, dünyaca ünlü müzisyene “Kerhane çocuğu!”, seçkin bir yazara “Lâğım ağızlı!”, heykelciye “Ucubeci!”, tiyatrocuya “Sen kimsin?” ; bilim adamına “Borazan!”, halka, “Ananı da al git!” falan dese, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Sudan falan hariç, dünyanın herhangi bir ülkesinde yer yerinden oynar.
Sırası gelmeyene soruyorsun, en fazla, “Normal, bunlardan her davranış beklenir!” deyip geçiyor. Elektrik kesilmesi gibi, ahlâk kesilmesini de kanıksamış, baskıyı ve zulmü de.
"Olimpiyat ateşinin anavatanı” derken, Yunanistan Olimpos Dağı ile Antalya’nın Olimpos sitelerindeki metan gazını birbirine karıştıran cahil Spor Bakanı, kendisine “Müdürüm!” diyen genç bayan öğretmeni “Bakanla müdürü karıştırırsan sen müdür olamazsın!” diye alaya alıyor! Vali, kendine sığınan şiddet mağduru kadını, “En fazla ölürsün!” diye başından savıyor. Televizyonda şarkıcının omzunu şalla kapatıyorlar; dünyaca ünlü çizgi filme, “tanrı duygusu eksik” cezası kesiliyor; Başbakan’ın gittiği üniversitede polis terör estiriyor... gericiliğin, yobazlığın, şiddetin, zorbalığın maya tutmadığı alan kalmadı. Ressam, aktör, hukukçu, bilim insanı, doktor, öğrenci, doğa bilimci, kadın hakları savunucusu, öğretmen, işçi, sendikacı, yayıncı, gazeteci, Alevi, Kürt, Ermeni, Ezidi, Süryani, müzisyen, sporcu... hakaret, baskı hedefi olmayan kim kaldı? Yunus Emre bile sansür saldırısının hedefi!
İktidara ve gerici terörün kurumlaşmasına çanak tutanların bir kısmı gelinen bu noktada, hâlâ, “Ne var bunda?” pişkinliği içinde. Bir kısmı, “Sistem iyi de, bozukluğun kaynağı Tayyip!” diyerek hem zevahiri kurtarma hem çanak tutuculuklarını sürdürme hesabında. Bir kısmı, “Önce iyiydi, şimdi kötü; iyiye iyi kötüye kötü !” diye “çevir yanmasın” cılık yapıyor! Kimisi de ikili görüşmelerde bize, “Siz haklı çıktınız!” diyor da, “Şu sözü halka da açıkla, bir yararın olsun!” dendiğinde kıvırıyor. Kıvırmakla kalsa iyi, pişkinliğe vurup, bu kez de muhalif yayınlarda kendine yer arıyor!
Bunların tümü, hele ki ilk beş yıl, AKP diye yatıp AKP diye kalktı! Yazdı da yazdılar, konuştu da konuştular! Sunulan olanakları bölüştü de bölüştüler; davetlerden davetlere koşuştular. AKP için tutuştular. Belediyelerinde dinletiler, şaşaalı yurtdışı gezileri, yüksek bütçeli projelerle AKP soldan döküntü liberalleri besledi de besledi. Beslendikçe azdılar. Gerçeği gördüğü halde susanlarsa işte bu azgınlığın örtüsü oldu. Onun için susan da azan gibi suçludur. Hele ki, varlık nedeni suskunluğu hiç kaldırmaz olanın suskunluğu. İlkin şairler, sanatçılar, aydınlar. Susmak en çok onlarda sırıtır. Bağırmak en çok onlara yakışır. Bakın: susan, pısan, hele ki Zaman’e olanlar nasıl mızmız, nasıl kısır, eciş bücüş. Hem susacaksın hem şair olacaksın! Yani susuz dere gibi, mümkün mü? Bertold Brecht’in “Karanlık Zamanlarda” adlı ölümsüz bir şiiri var. Uğul uğul, çağıl çağıl akan. Tam da bu duyguyu anlatır:
“Demeyecekler: Ceviz ağacının rüzgârda sallandığı sıralardı /Ama diyecekler: Badanacı’nın emekçileri ezdiği sıralardı. // Demeyecekler: Çocuğun yassı taşı ırmakta kaydırdığı sıralardı / Ama diyecekler: Büyük savaşların hazırlandığı sıralardı. // Demeyecekler: Kadının odaya girdiği sıralardı / Ama diyecekler: Tüm güçlerin emekçilere karşı birleştiği sıralardı. // Demeyecekler: Karanlıktı o sıralarda günler, geceler / Ama diyecekler: Bu ülkenin şairleri neden sessizdiler? ”
Çin Atasözü:
“Bir yerlere küçük insanların büyük gölgeleri düşüyorsa orada güneş batıyor demektir!”
Profesör etiketli bir şahsiyet çıkıp, Neşet Ertaş ayarında bir halk sanatçısına “Türkülerinde yasaklanması gereken ahlak dışı sözler var!” dese; vekil, bakan, başbakan etiketli bir şahsiyet çıkıp, dünyaca ünlü müzisyene “Kerhane çocuğu!”, seçkin bir yazara “Lâğım ağızlı!”, heykelciye “Ucubeci!”, tiyatrocuya “Sen kimsin?” ; bilim adamına “Borazan!”, halka, “Ananı da al git!” falan dese, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Sudan falan hariç, dünyanın herhangi bir ülkesinde yer yerinden oynar.
Sırası gelmeyene soruyorsun, en fazla, “Normal, bunlardan her davranış beklenir!” deyip geçiyor. Elektrik kesilmesi gibi, ahlâk kesilmesini de kanıksamış, baskıyı ve zulmü de.
"Olimpiyat ateşinin anavatanı” derken, Yunanistan Olimpos Dağı ile Antalya’nın Olimpos sitelerindeki metan gazını birbirine karıştıran cahil Spor Bakanı, kendisine “Müdürüm!” diyen genç bayan öğretmeni “Bakanla müdürü karıştırırsan sen müdür olamazsın!” diye alaya alıyor! Vali, kendine sığınan şiddet mağduru kadını, “En fazla ölürsün!” diye başından savıyor. Televizyonda şarkıcının omzunu şalla kapatıyorlar; dünyaca ünlü çizgi filme, “tanrı duygusu eksik” cezası kesiliyor; Başbakan’ın gittiği üniversitede polis terör estiriyor... gericiliğin, yobazlığın, şiddetin, zorbalığın maya tutmadığı alan kalmadı. Ressam, aktör, hukukçu, bilim insanı, doktor, öğrenci, doğa bilimci, kadın hakları savunucusu, öğretmen, işçi, sendikacı, yayıncı, gazeteci, Alevi, Kürt, Ermeni, Ezidi, Süryani, müzisyen, sporcu... hakaret, baskı hedefi olmayan kim kaldı? Yunus Emre bile sansür saldırısının hedefi!
İktidara ve gerici terörün kurumlaşmasına çanak tutanların bir kısmı gelinen bu noktada, hâlâ, “Ne var bunda?” pişkinliği içinde. Bir kısmı, “Sistem iyi de, bozukluğun kaynağı Tayyip!” diyerek hem zevahiri kurtarma hem çanak tutuculuklarını sürdürme hesabında. Bir kısmı, “Önce iyiydi, şimdi kötü; iyiye iyi kötüye kötü !” diye “çevir yanmasın” cılık yapıyor! Kimisi de ikili görüşmelerde bize, “Siz haklı çıktınız!” diyor da, “Şu sözü halka da açıkla, bir yararın olsun!” dendiğinde kıvırıyor. Kıvırmakla kalsa iyi, pişkinliğe vurup, bu kez de muhalif yayınlarda kendine yer arıyor!
Bunların tümü, hele ki ilk beş yıl, AKP diye yatıp AKP diye kalktı! Yazdı da yazdılar, konuştu da konuştular! Sunulan olanakları bölüştü de bölüştüler; davetlerden davetlere koşuştular. AKP için tutuştular. Belediyelerinde dinletiler, şaşaalı yurtdışı gezileri, yüksek bütçeli projelerle AKP soldan döküntü liberalleri besledi de besledi. Beslendikçe azdılar. Gerçeği gördüğü halde susanlarsa işte bu azgınlığın örtüsü oldu. Onun için susan da azan gibi suçludur. Hele ki, varlık nedeni suskunluğu hiç kaldırmaz olanın suskunluğu. İlkin şairler, sanatçılar, aydınlar. Susmak en çok onlarda sırıtır. Bağırmak en çok onlara yakışır. Bakın: susan, pısan, hele ki Zaman’e olanlar nasıl mızmız, nasıl kısır, eciş bücüş. Hem susacaksın hem şair olacaksın! Yani susuz dere gibi, mümkün mü? Bertold Brecht’in “Karanlık Zamanlarda” adlı ölümsüz bir şiiri var. Uğul uğul, çağıl çağıl akan. Tam da bu duyguyu anlatır:
“Demeyecekler: Ceviz ağacının rüzgârda sallandığı sıralardı /Ama diyecekler: Badanacı’nın emekçileri ezdiği sıralardı. // Demeyecekler: Çocuğun yassı taşı ırmakta kaydırdığı sıralardı / Ama diyecekler: Büyük savaşların hazırlandığı sıralardı. // Demeyecekler: Kadının odaya girdiği sıralardı / Ama diyecekler: Tüm güçlerin emekçilere karşı birleştiği sıralardı. // Demeyecekler: Karanlıktı o sıralarda günler, geceler / Ama diyecekler: Bu ülkenin şairleri neden sessizdiler? ”
Çin Atasözü:
“Bir yerlere küçük insanların büyük gölgeleri düşüyorsa orada güneş batıyor demektir!”
http://www.yurtgazetesi.com.tr/%E2%80%9Ckaranlik-zamanlarda%E2%80%9D-makale,2912.html
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Yazılı medyada yazarın izni olmadan yayınlanamaz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder